tarih Yazıları
tarih

tarih Rusya

Günümüzün Avrupa Rusyası İ.Ö. II. binyıldan başlayarak Hint-Avrupa ve Ural-Altay halkları arasında payla­ şılmıştı. Karadeniz`in kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan halklardan Kimmerlerin (ya da Kimbriler) bir bölümü İ.Ö. VII. yy`da İskitler tarafından, bir bölümü de İ.Ö. III. yy`da Sarmatlar tarafından yok edildi. Gotlar, Hunlar, Avarlar, vb. halklar, İ.S. I. yy`ın başlarında birbiri ardı sı­ ra bu topraklara egemen oldular. Hazarlar (VII. yy.) ve Bulgarların (VIII. yy.) köklü devletler kurmalarından sonra, VI. yy`dan başlayarak da İslavlar, bölgeye yerleş­ tiler.
ORTAÇAĞ RUSYASI Polonya`nın güneyinden ve Baltık kıyılarından geldikleri düşünülen İslavlar, güneyin verimli ama korumasız bozkır alanının kuzeyindeki karışık ormanlar ve çayırlıklar bölgesine yerleştiler. Bir yandan tarım, balıkçılık .

“Günümüzün Avrupa Rusyası İ.Ö. II. binyıldan başlayarak Hint-Avrupa ve Ural-Altay halkları arasında payla­ şılmıştı. Karadeniz`in kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan halklardan Kimmerlerin “

Günümüzün Avrupa Rusyası İ.Ö. II. binyıldan

Günümüzün Avrupa Rusyası İ.Ö. II. binyıldan başlayarak Hint-Avrupa ve Ural-Altay halkları arasında payla­ şılmıştı. Karadeniz`in kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan halklardan Kimmerlerin (ya da Kimbriler) bir bölümü İ.Ö. VII. yy`da İskitler tarafından, bir bölümü de İ.Ö. III. yy`da Sarmatlar tarafından yok edildi. Gotlar, Hunlar, Avarlar, vb. halklar, İ.S. I. yy`ın başlarında birbiri ardı sı­ ra bu topraklara egemen oldular. Hazarlar (VII. yy.) ve Bulgarların (VIII. yy.) köklü devletler kurmalarından sonra, VI. yy`dan başlayarak da İslavlar, bölgeye yerleş­ tiler.
ORTAÇAĞ RUSYASI Polonya`nın güneyinden ve Baltık kıyılarından geldikleri düşünülen İslavlar, güneyin verimli ama korumasız bozkır alanının kuzeyindeki karışık ormanlar ve çayırlıklar bölgesine yerleştiler. Bir yandan tarım, balıkçılık ve avcılıkla uğraşıyor, bir yandan da orman ürünlerinden yararlanıyorlardı. Viking savaşçı-tüccarlarının (Varegler) İstanbul`a ulaşmak için kullanacakları su yolları boyunca uzanan ırmak ve göllerin kıyısına yerleşmiş­ lerdi. Üstün savaşçı niteliklerini kullanan Varegler, kısa sürede İslavları haraca bağlayarak, İstanbul yolu üstünde kilit noktaları ele geçirdiler. 682`de Ryurik(yada Rurik) önderliğinde bir Vareg topluluğu, Novgorod`u aldı. Oradan güneye doğru ilerleyen Ryurik, 879`da Kiev`e yerleşerek, merkezi haline getirdi. Kiev, Dnieper çağlayanlarının üstünde, açık bozkır alanının İslav yerleşmeleri kuşağıyla birleştiği orman-çayırlık bölgesinde yeralan stratejik bir kentti. Kiev Devleti. Ryurik`in yerine geçen Oleg döneminde (öl. 912), Kiev bir federasyon merkezine dönüştü. Kiev Devleti`nin (KievRusyasıda denir) stratejik noktaları, kı­ sa süre sonra dil ve kültür bakımından islavlaşan Vareg prensleri tarafından denetleniyordu. Prens Svyatoslav İ`in (945-972) Dnieper ile Tuna arasında bir imparatorluk kurma girişimleri başarısızlığa uğradıysa da, Kiev, doğudan gelen göçebe halkların akınlarına karşı Volga çevresindeki Hazar Devleti tarafından, korundu. Prens Vladimir İ`in Doğu Ortodoksluğunu benimsemesi (988) sonucu, Kiev çok geçmeden, büyük bir kültür merkezine dönüştü. Kentte, Bizans uygarlığını yansıtan görkemli yapılar, kiliseler ve manastırlar yapıldı. `Bilge` Yaroslav döneminde Kiev Devleti, siyasal ve kültürel bakımdan gücünün doruğuna erişti. Siyasal açı­ dan Kiev, Ryurik`in soyundan geldiklerini ileri süren hü­ kümdarlar tarafından birleştirilen bir prenslikler federasyonunun merkezi oldu (devletin birliği gerçek bir birlik değildi; ama daha sonraki kuşaklar için bir esin kaynağı olma görevini yerine getirdi). Ticaret, siyasal iktidarın başlıca dayanağıydı; avcılık ve balıkçılıkla tamamlanan tarımsa, topluluğun başlıca uğraşlarından biriydi. Kültür açısından Kiev, Bizans uygarlığının (özellikle din ve sanat alanlarında) yayılmasına yardım eden bir öğe oldu. Bu arada, yüksek düzeyde yerli bir kültür de gelişmeye başladı (bu kültür daha sonraki Ukrayna, Beyaz Rusya ve Büyük Rusya uygarlıklarının temelini oluşturdu). Prensler arası çekişmeler, Bizans ticaret yollarının Doğu Akdeniz`e kayması ve doğudan gelen göçebe halkların istilaları sonucu nüfusun azalması, Kiev Rus Devleti`nin XI. yy. sonlarında başlayan gerileme sürecinin temel nedeni oldu. Orta Asya`dan kopup gelen Mo- ğollar, Güney Rusya ovasını, karşı durulmaz bir hızla istila ederlerken, özellikle Kumanlar, 1240`ta Kiev`i yağ­ malayıp yerle bir ettiler. Volga kıyısındaki Saray`ı baş­ kent yapan Altınordu Devleti hanları, Avrupa Rusyası`nın büyük bölümünü yaklaşık iki yüzyıl denetimleri altında tuttular. Moğol yönetimi. Moğolların ele geçirdikleri kentlerin çoğu, kısa sürede yeni koşullara uyum sağlamayı başardılar. Kiev gibi bazı kentlerin yıkıma uğratılmasına kar­ şın, özellikle Vladimir-Suzdal bölgesindeki kentler, belirgin bir canlanma dönemine girdiler. Siyasal açıdan Moğol egemenliği pek ağır değildi. Çünkü Moğollar, haraca bağladıkları kentleri, yerel prensler aracılığıyla yönetiyorlardı. Bu prenslerin denetlenmesi de, bölgenin Moğol komutanlarına bırakılmıştı. Novgorod ve Pskov gibi kentlerse, bütünüyle Moğol etki alanının dı­ şında kalarakticari konumlarını korudular. Ticaretle uğ­ raşan güçlü boyarlar oligarşisinin elinde olan bu kentler (Aleksandr Nevski gibi prensler, yalnızca kiralık askerî önderlerdi), Hansa Birliği`yle sıkı ilişkiler geliştirdiler. Moskova`nın ön plana çıkışı. Moğol yönetiminin gölgesinde ve Orta Rusya`nın sert çevre koşulları içinde, Moskova Prensliği hızla gelişmeye başladı. Kuzeydo­ ğudaki sahipsiz toprakları ele geçirmiş olan Kiev Rusyası`nın prens ailesi üyeleri, bu topraklara kira bedeli olarak para karşılığında koruma önerdikleri köylüler yerleştirmişlerdi. Prenslerin her biri kendi yöresinin efendisiydi; toprakları, kendilerine hizmetle yükümlü paralı askerlerin (boyarlar) yardımıyla yönetip savunuyorlardı. Her prensin çevresinde belirli toprakların gelirleri karşılığında askerî hizmet veren boyarlar yeralmaktaydı. Ryurik döneminde geliştirilmiş yönetim sistemi ve kültür, hıristiyanlığın etkisiyle biçimlenerek bir aile birli­ ği yaratmıştı. Soyağacından, Moğollar`ın kayırmacı tutumundan, kilisenin desteğinden, coğrafya koşullarından ve zenginliğinden yararlanan Vladimir, Yaroslav, Moskova, Suzdal, Tver gibi kentlerin yerel prenslerinin bazıları, kendi bölgelerinde üstünlüğü ele geçirerek, zamanla daha güçsüz hükümdarları, boyarlarıyla birlikte kendilerine hizmet etmek zorunda bıraktılar. Bu prenslikler arasında Moskova, yavaş yavaş en güçiüleri olarak ön plana çıktı. Hükümdarı İvan l`e (İvan Kalita, 1328-1341) Altınordu Devleti tarafından, Vladimir büyük prensi unvanının yanı sıra, komşu prensliklerden Moğollar adına haraç toplama yetkisi de verildi. Onun torunu Dmitriy Donskoy, iç karışıklıklarla sarsılan Altınordu Devleti`nin kuwetlerini Kulikovo Savaşı`nda (1380) ağır bir yenilgiye uğrattı. Moğollara karşı kazanılan bu ilk zaferden sonra, kanlı bir iç savaş sonucunda, başlıca rakip olan Tver Prensliği`nin alt edilmesiyle, Moskova Büyük Prensi İvan III (1462-1505), Orta Rusya`nın tek hükümdarı haline geldi. Kulikovo yenilgisinden sonra yeniden toparlanmayı başaran Altınordu Devleti, Rus prensliklerini sindirip merkezî otoriteyi bir kez daha sağladıysa da, Timur ordularının giriştiği seferler, batıdaki Tatar beylerinin başlattığı ayaklanmalar, Altınordu Devleti`ni iyice yıpratarak zayıf düşürdü. İvan III, 1480`de, haraç ödemeyi reddederek, Altınordu Devleti`ne son darbeyi indirdi. Ancak, Moskova`nın zaferi tamamlanmış değildi. Çünkü Kiev Devleti`nin, bölgede bir mirasçısı daha vardı: XIV. yy. başlarında bağımsız prenslerin çoğunun ve Beyaz Rusya boyarlarının egemenliğini kabul etmiş oldukları Litvanya Büyükdüklüğü. Güneyde ve doğuda, dağılan Altınordu Devleti`nin yerinde kurulan müslü- man Kazan, Astrahan ve Kırım hanlıkları da, Moskova Büyük Prensliğinin güvenliğini ciddi biçimde tehdit etmekteydiler. Moskova`nın 1478`de Novgorod`u, 1510`da da Pskov`u topraklarına katması, kazançlı Baltık ticaretinin kapılarını açtığı gibi, kuzeydoğudaki uzak sömürgeleş- tirilmiştopraklar üstünde de denetimin yeniden sağlanmasına olanak verdi. Bu arada, kilise ile devlet arasında ve kültür alanında yerlicilik ile yenilikçilik arasında baş- gösteren anlaşmazlıklar, XVI. yy`ın ikinci yarısında bir uzlaşmayla sona erdiyse de, yalnızca manevi güce dayalı bir kilise isteyenler ile kilisenin zenginliğini ve kurumsal gücünü korumasını isteyenler arasındaki gerginlik, Moskova Büyük Prensliği`nin kültür yaşamını etkilemeyi sürdürdü. Moskova Devleti`nin örgütlenmesi. Moskova büyük prenslerinin başlıca siyasal amaçları, daha önce bağımsız olan prensleri ve onların boyarlarını sindirerek, Moskova`nın hizmetine sokmaktı. Bu sindirme işlemi, boyar konseyinin (duma) üye sayısını yeni gelenleri içerecek biçimde genişletilmesiyle gerçekleştirildi. Hem soyçekimine, hem de görev konumuna dayalı bir öncelik sistemi (mestniçestvo), boyar sınıfının bölünmüş olarak tutulmasını sağlıyordu. Ayrıca, XV. yy. sonlarından başlayarak Moskova büyük prensleri, yalnız kendilerine bağlı bir askerî hizmet sınıfı (dvoryantsvo) kurdular: Köylüler bu sistemin dışında bırakılmıştı. Kasabalar, doğrudan büyük prensin temsilcileri tarafından yönetilmekteydi. Mutlakıyet rejimini, İvan lll`ün torunu İvan IV (1 533`ten-1 584`e), doruk noktasına eriştirdi. Çar unvanını alıp (1547), hem Bizans, hem de Altınordu tahtlarında hak iddia eden İvan IV`ün Kazan (1552) ve Astrahan (1556) hanlıklarını ele geçirmesiyle, Volga ticaret yolları Rus denetimine girdi; ayrıca Sibirya`nın içlerine doğru yayılmanın kapısı açılmış oldu (1581). Sibirya`nın batı kesimiyse, Kazak önderi Yermak Timofeyeviç tarafından daha önce ele geçirilmişti. Mutlak gücüne ve asker sayısının gün geçtikçe artmasına dayanan İvan IV, Litvanya`nın rekabetini ortadan kaldırarak Baltık kıyısında bir liman elde etme sava­ şımına girişti. Polonya-Litvanya, Livonya ve İsveç`e kar­ şı 25 yıl süren Livonya Savaşı (1558-1583), bu arada Kı­ rım hanlarının Moskova`ya birkaç yıkıcı akın (özellikle 1 571`de) düzenlemelerinin de etkisiyle tam bir başarı­ sızlıkla sonuçlandı ve ülkeyi büyük bir sarsıntıya uğrattı. İvan IV, bütün kaynakları seferber ederek, iç muhalefetle başa çıkmak için bir muhafız alayı ve yeni bir bölgesel yönetim sistemi (opriçnina; 1565-1572) kurdu. Bu sistemin uygulandığı yedi yıl, kanlı şiddet olaylarıyla geçti ve ülke ekonomisine ağır bir darbe indirdi. Opriç- nina`yı kaldırdıktan sonra eski sisteme dönen İvan IV`ün Rusya`ya hiçbir şey kazandırmayan savaşlar baş­ latmış olmasının sonucu, yıkıntıya uğramış bir ülke bı­ rakmak oldu. Yerine geçenlerin (Fyodor I; 1584`ten- 1 598`e ve Boris Godunov; 1598`den-1605e) yönetimlerinde, Rus köylüsü bütünüyle köleleştirildi. XVII. VE XVIII. YY`LAR İvan IV`ün oğlu Fyodor l`in ölümüyle, Moskova sülalesi sona erdi ve Fyodor`un hükümdarlığı sırasında gerçek gücü elinde toplamış ve onun vârisi ilan edilmiş olan kayınbiraderi Boris Godunov iktidara geldi. Ama Godunov`a, ülkede birçok kişi, özellikle de dışlanmış boyar aileleri, tahtı haksız yere ele geçirmiş biri gözüyle baktı­ lar. Godunov, düzeni yeniden kurma ve ticareti geliştirme yönünde önemli adımlar atarak, boyarların gün geçtikçe artan muhalefetini şiddetle bastırdı. Savaşlardan bitkin düşmüş ülkede kıtlığın yol açtığı yaygın hoş­ nutsuzluk ortamında, Fyodor`un ölmüş kardeşi olduğunu ileri sürerek ortaya çıkan ve taht üstünde hak iddia eden Düzmece Dmitriy`in başlattığı ayaklanmayı da bastırmayı başardı. Ama apansızın ölmesi (1605) üstü­ ne ayaklanarak bir darbe gerçekleştiren boyarlar, kendi önderleri Vasiliy Şuyskiy`i tahta çıkardılar (1606). Bunun üstüne kırsal kesim boyarları, köylüler, Kazaklar ve rahipler Vasiliy Şuyskiy`e karşı ayaklandılar. Bu ayaklanmalardan birine önderlik yapan ikinci Düzmece Dmitriy, 1608`de Moskova`yı kuşattı. Fırsattan yararlanmaya kalkışan Polonya, İsveç ve Kırım Hanlığı`nın ülkeye müdahaleleri, durumu daha da güçleştirdi. Polonya birliklerinin Rusya`yı işgal ederek Moskova`yı ele geçirmeleri (1610) üstüne soylular, toprak sahipleri, Kazaklar ve tüccarlara dayalı bir direniş hareketi başladı. Harekete katılan birlikler, 1612`de Moskova`yı PolonyalIlardan geri alarak, İsveçlileri ve Kırım Hanlığı birliklerini de püskürttüler. 1613`te toplanan zemskiy sobor (ülke meclisi), genç Mihail Romanov`u çar olarak seçti (Romanov sülalesi, Rusya`yı 1917`ye kadar yönetmiştir). Kargaşa yılları. XVII. yy`da Rusya`da geleneksel kalıpların ve durağan yapılanmaların altında, köklü değişiklikler gerçekleşti. Bu değişiklikler din, kültür, siyasal ve toplumsal-ekonomik alanlarda büyük bir kargaşalıklara yol açtı. Patrikliğe getirilen Nikon`un (1652-1666) önderliğinde, Rus ortodoks kilisesinin dinsel ve örgütsel reformlarla yeniden düzenlenmesine girişilmesi, din alanındaki kargaşayı başlattı. Devletin desteğinde kilisede girişilen bu reformlara, toplumun % 25 kadarını oluşturan gelenekçi topluluğun (`Kadim Müminler`) karşı çıkması, raskoladı verilen din ayrılığını başlattı ve gelenekçilerin direnişi ancak şiddetle bastırılabildi. Bu arada seçkinler ile halk arasındaki kültür uçurumu siyasal, toplumsal, ekonomik anlaşmazlıklar yüzünden giderek derinleşmişti. Moskova`daki tuz ayaklanması (1648) ile Pskov ve Novgorod`daki kıtlık ayaklanmaları üstüne, yönetimde reform yanlısı bir grup boyar ağırlık kazandı. Askerî görevlilerin, 1649 yasasıyla toprak köleliğini birkurum haline sokma ve köylülerüstündetam bir denetim kurma girişimi de, pek çok ayaklanmaya yol açtı. Bunların en önemlisi, 1670-1671`de çevresine topladı­ ğı Kazakların, Kadim Müminler`in, kaçak köylü toprak kölelerinin başında, Kazak hetmanı Stenka Razin`in, Volga çevresini ateşe veren ve Moskova`yı bile tehdit eden ayaklanması oldu. Bu arada, Romanovsülalesinden ilkçarlardöneminde ekonominin yeniden yapılanması çok ağır işlediyse de, ticaret ve sanayi alanlarında önemli gelişmeler sağ­ landı. Özellikle İngilizler ve HollandalIlarla yapılan ticaret sözleşmeleri, yabancıları Rusya`ya çekti. Rusya, Avrupa`daki askerî ve siyasal olaylarla ilgilendikçe, ilişkiler gün geçtikçe arttı. Kargaşa dönemi sonrasında, kültür açısından bir sarsıntı geçiren Rusya`da, bir yandan Avrupa kültürünün etkisi güçlenirken, bir yandan da batılı­ laşma karşıtı birakım ortaya çıktı. Bunun başlıca nedenlerinden biri, Avrupa kültürünün Rusya`ya, katolikliğin egemen olduğu Polonya, Beyaz Rusya ve Ukrayna üstünden ulaşmasıydı. Mihail`in oğlu Aleksey`in döneminde (1645-1676), Ukrayna ve Beyaz Rusya`yı ele geçirmek için Polonya`ya savaş açıldı (1654). Bunu 1656`da İsveç`le savaş izledi. Rus birliklerinin Baltık bölgesindeki ileri harekâtı, Ukrayna`da çıkan güçlükler yüzünden İsveç`le barış yapılmasıyla (1661) sonuçsuz kaldıysa da, 1667`de Polonya`yla imzalanan antlaşma Ukrayna`nın doğu kesiminin Rusya`ya bağlanmasını sağladı. Aynı dönemde hükümet, yerel yönetimleri (prikazi) boyar dumasının ve çarın doğrudan gözetimi altında merkezleştirme yoluyla, güçlüklerle başa çıkmaya çalıştı. Çara yardım etmekle görevlendirilen meslekten yöneticilerin oluşturduğu kâtipler sınıfı (diyaki), yeni bir güç odağı haline geldi. Toplanması artık çarlık yönetimi tarafından belirlenen zemski sobor, gerektiğinde birleşmeye çağrılan yetkisiz bir kuruma dönüştürüldü. Bu arada mali yük, merkezleşme boyutları oranında büyü­ dü. İç denetimi güvence altına almak ve etkin bir dış siyaset sürdürmek amacıyla, paralı yabancı askerlerden oluşan streltsıy adlı düzenli profesyonel ordu kuruldu ve modern teknoloji yaygınlaştırıldı. Mutlakıyet yönetiminde hiçbir gevşetmeye gidilmemesine karşın, Aleksey`in ölümünden sonra yerine geçen büyük oğlu Fyodor III döneminde (1676-1682), Romanovlar sülalesi ile akraba rakip aileler arasında sürekli çekişmeler ya­ şandı. Çocuğu olmayan Fyodor lll`ün ölümünü izleyen yoğun saray entrikaları sonunda, küçük kardeşleri Petro I (1682`den-1725`e) ve İvan V (1682`den-1696`ya) birlikte ortak çar ilan edilirken, anneleri Sofiya da naipli­ ğe getirildi. Ama 1689`da, Petro I, annesini naiplikten uzaklaştırıp, yönetimi tek başına ele aldı. Büyük Petro l`in reformları. Büyük Petro l`in atılımcı ve sert tutumu, Rusya`yı geri kalmışlıktan, ilerlemeyi benimsemiş birdevlete dönüştürdü ve güçlü Avrupa ülkeleri düzeyine getirdi. OsmanlIların savaşta olmasından yararlanan Petro I, Karadeniz`e inme düşüncesiyle ilk Rus filosunu kurarak, Kırım`a bir sefer düzenledi ve ertesi yıl Don ırmağı boyunca ilerleyerek, Azak kalesini ele geçirdi. Aynı yıl (1696), hastalıklı üvey kardeşi İvan V`in ölmesiyle tahtta tek başına kalıp, Baltık denizine yönelmeye karar vererek, İsveç`le Büyük Kuzey Sava- şı`na (1700-1721) girişti. Başlangıçta alınan yenilgilere karşın 1709`da savaş Rusya lehine dönünce, İsveç kralı Kari Xll`nin (Demirbaş Şarlı çabaları sonucunda savaşa katılanOsmanlıordusu karşısında 1711`degüçduruma düştüyse de (Bk. PRUT SAVAŞI), Azak`ı vererek kurtulmayı başardı. Sonunda denizlerde üstünlük sağlanması sayesinde İsveç`le yapılan Nystad Antlaşmasıyla (1721), Estonya ve Litvanya`nın büyük bölümü dahil, Baltık bölgesinin doğu kesimini (Livonya) Rus topraklarına kattı. Böylece Batı`yla doğrudan ticaret yollarına kavuşan Rusya, Avrupa`nın büyük devletleri arasına girdi. Daha sonra Büyük Petro I, Doğu doğrultusunda genişlemek amacıyla, Hazar bölgesini ele geçirmek için İran`a seferler düzenledi (1722-1723). Birbirini izleyen savaşlar ülkenin ekonomisine bü­ yük zarar vermişolduğundan, savaşlarsona ererermez Büyük Petro I, durumu düzeltmek için bir yandan geniş çaplı reformlara, bir yandan da sert baskı önlemlerine başvurdu. Toplumun sınıfları arasındaki geleneksel ayrıma köklü bir yapı kazandırmaya yönelip, soyluların devlete hizmet yükümlülüğünü, kalıcı ve düzenli bir temele oturttu. Toprak sahibi soyluların topraklarını ve köylüler üstündeki haklarını genişletirken, mülkiyetin babadan büyük oğula geçmesini sağlayan bir düzenlemeyle, geniş toprakların bölünmesini önledi. Köylülerin aile başına ödediği vergiyi kişi başına vergiye dönüş­ türerek, toprak köleliği sistemini daha da katılaştırdı.Kentlere ve kasabalara belediye kurma yetkisi tanıdı. Askerî görevlerin ve yönetim görevlerinin dağıtımında, devletin gereksinmelerini ön plana çıkarırken, merkezî otoritenin denetimine esneklik kazandıracak, yeni bir yerel yönetim sistemi geliştirdi. Çok sayıdaki ve karma­ şık prikazi`leûn (yerel devlet daireleri) yerine, daha dü­ zenli bir işleyişe dayalı kurullar (kollegi) oluşturdu. Boyarlar dumasını kaldırarak, yasama işlerini atanmış gö­ revlilerden oluşan bir Senato`ya verdi. Patriklik makamını kaldırarak, kilisenin başına kendisine bağlı Kutsal Sinod`u getirdi (1721) ve kiliseyi mutlakıyet rejiminin başlıca dayanaklarından birine dönüştürdü. Batı çizgisinde ilk düzenli kara ve deniz kuwetlerinin temellerini atmasının yanı sıra, yaygın bir sistem çerçevesinde bü­ rokraside eğitim, yetenek ve kıdemi temel alan bir yapı­ yı yerleştirdi. Uzun süreli savaşların getirdiği ağır yük, Petro l`i ekonomik alanda da bazı atılımlar yapmaya zorladı. Özellikle silah ve gemi yapımına önem verdiğinden, madenciliğin ve sanayinin gelişmesine özen göstererek, yerli ve yabancı yatırımcıları her bakımdan destekledi. Bu arada yeni başkenti Petersburg`un kurulmasında çalıştırdığı gibi, köylülere bir yasayla zorunlu çalışma sistemini getirdi. Petersburg limanı, çok geçmeden Batı`ya açılan bir ticaret kapısı haline geldi. Petro`nun devleti eğitim alanına sokması, Rus kültü­ ründe geniş kapsamlı bir dönüşümü başlattı. Eğitim yoluyla Batı`ya özgü birçok kurum ve gelenek Rusya`ya girmeye başladı. 1724`te temelini attırdığı Petersburg Bilim ve Sanat Akademisi, sonraki yıllarda bilimin ve teknolojinin gelişmesinde öncü rol oynadı. Büyük Kuzey Savaşı`ndan sonra (1721) `Rusya imparatoru` unvanını almış olan Petro I, sık sık tutulduğu sinir bunalımlarından (bu yüzden, Türk tarihlerinde adı `Deli Petro` olarak da geçer), birinde, .tek oğlu Aleksey`i vatana ihanetle suçlayarak işkenceyle öldürttü ve ertesi yıl her imparatorun vârisini belirlemesi ilkesini getirdi. Ama bu hakkını kullanamadan ölmesiyle (1725), yerine eşi imparatoriçe Yekaterina I geçti. Sonraki hükümdarlar. Petro l`in ölümünün geride bı­ raktığı yeri doldurulamayan boşluk, oldukça uzun sürecek yeni bir çekişme ve karışıklık dönemini başlattı. Petro`nun ölümünü izleyen yarım yüzyıl boyunca hükümdarları, gözde saray adamlarının ve önde gelen devlet adamlarının, muhafız birliği subaylarının desteğiyle gerçekleştirilen saray darbeleri belirledi. Petro`nun dul eşi Yekaterina l`in kısa döneminden (1725-1727) sonra, Petro l`in torunu olan Petro II (1727-1730), Petro l`in yeğeni Anna (1730-1740), Anna`nın yeğeni İvan VI (1740-1741), Petro l`in kızı Yelizaveta (1741-1761) ve Yelizaveta`nın yeğeni olan eşi Petro lll`ün ayağını kaydırarak yerini alan Yekaterina II (1762-1796), hep bu yolla tahta çaktılar. Dolgoruki ailesinin 1730`da hü­ kümdarın yetkilerini sınırlamaya yönelik girişimi, Petro ll`nin ölümüyle, kısa süre sonra başarısızlıkla sonuçlandı. İmparatorlar, tekeller ve ayrıcalıklar tanıyarak, soylular sınıfını kendilerine bağımlı tutmayı başardılar. Ayrıca, devletin ekonomik alandaki denetimini gevşeterek, iç ticareti tıkayan engelleri kaldırdılar. Öte yandan, kırsal kesimde büyük toprak sahiplerine tanınan geniş yetkiler, özellikle Kazak kökenli Yemelyan Pugaçev önderliğinde ülkenin bütün doğu kesimini saran büyük köylü ayaklanmasının (1773-1775) güçlükle bastırılmasından sonra, büsbütün artırıldı ve toprak köleliğinin daha da kökleşmesine, köylüler üstündeki baskının çok daha ağırlaşmasına yol açtı. Rus yayılmacılığı ve batılılaşma çabaları. XVIII. yy. Rusyası`na iki önemli siyaset egemendi. Bunlardan birincisi, imparatorluğun güneye ve batıya doğru yayılmasıydı. Güneydeki bozkırlar bölgesine zaman içinde Ruslar yerleştirilip, bölgedeki özerk yerel topluluklara, özellikle geleneksel Kazak hetmanlığına son verilerek (1764), Kazakların yaşadıkları Ukrayna`daki ırmak vadilerinde sıkı bir denetim sağlandı ve bölge halkı, zaman içinde, Rus köylü topluluğu içinde eritildi. İlk büyük Türk-Rus savaşına son veren Küçük Kaynarca Antlaş­ masıyla (1774), Karadeniz`in bütün kuzey kıyıları gü­ venlik altına alındı ve Kırım`ın Rusya`ya bağlanmasıyla (1783), Kırım hanlarının güneydoğudan gelen akınları önlenmiş oldu. Böylece, güdülen siyasetin bir bölümü amacına ulaştı. Devlet görevlilerine ve soylulara dağıtı­ lan geniş topraklarla, Rus toprak köleliği sistemi Ukrayna`ya (1783) ve yeni ele geçirilen topraklara yayıldı. Bu geniş ve verimli topraklar kısa sürede, gün geçtikçe büyüyen kent nüfusunu doyurmalarının yanı sıra, tahıl ürünleri dışsatımı yapmayı da sağladılar. İmparatorluğun batı yönünde yayılması, Polonya`nın art arda üç kez paylaşılması (1772-1792-1795) sonucunda gerçekleşti; bu da Rusya`ya, Polonya`nın doğu kesimi ile Beyaz Rusya`yı ve eski Litvanya Büyükdüklüğü`nün topraklarını kazandırdı. Bu yayılmacılık siyaseti, Rusya`nın ekonomik gücünü artırdığı ve Balkanlarda dolaylı yoldan bir Rus etkisinin yerleşmesine yol açtığı gibi, imparatorluğu Batı Avrupa`ya daha çok yaklaştırdı. Egemenlik altına alınan yeni halkları (UkraynalIlar, PolonyalIlar, Kırım Tatarları, Yahudiler, Estonyalılar, Litvanyalılar, Letonyalılar, Livonyalılar ve Ballık Almanları) XVIII. yy`m imparatorluk potası içinde eritmek amacıyla, bu halkların eski siyaset ve toplumyapılarım ortadan kaldırma siyaseti benimsendi. Bu baskı siyasetinin boyunduruk altındaki halklar arasında din, dil ve kültür açısından ulusal kimliği korumaya yönelik bir direnişe dönüşmemesi için de, bu halkların özellikle üst düzeydeki kişileri, askerî ve sivil kuruluşlarda göreve alındı: Sıradan halk, sırtına bindirilen vergi yükünü ödeme zorunluluğunu düşünmek dışında zaten başka bir şey düşünmeye vakit bulamıyordu. XIX. yy`da Avrupa`nın her yanında ulusçu akımların doğmasından önce, bu siyaset oldukça iyi işledi. XVIII. yy`da Rusya`da gelişen önemli bir olay da, soylu sınıfın Batı kültürünü benimsemesi oldu. Okullar yaygınlaşırken (Bilimler Akademisi, 1725; Moskova Üniversitesi, 1755; askerî ve özel eğitim kuruluşları), bilimsel düşünce ve kültür düzeyi de hızla yükseldi. Bu süreçte Batı`dan gelen hukuk öğretileri, Rus aydınlarını derinlemesine etkiledi. Aydınlar arasında gelişen sorumluluk duygusu, imparatorluk düzenine yönelik ahlaksal ve toplumsal eleştiri kavramını doğurdu. Batılılaş­ ma çabaları, bir yandan da ulusal duyguları harekete geçirerek, Avrupa`yı doğrudan taklit etme, yerine Rus tarihine eğilme düşüncesini güçlendirdi. Yeni düşünce akımlarının, siyasal sisteme karşı çıkmaya kayacağından kaygıya kapılan yönetim, devletin tutumunu eleştiren yazıların yayınlanmasını yasakladı. Sözgelimi, 1790`da toprak köleliği düzenini yeren bir kitap (Petersburg`dan Moskova`ya Bir Yolculuk) yazan Aleksandr Radişçev`in Sibirya`ya sürgün edilmesi, aydınlara karşı ilerde daha da sertleşecek olan tutumun habercisi oldu. İmparatorluğun genişlemesine ve kültür açısından batılılaşmasına, ekonominin modernleşmesi, eşlik etti. Bu süreç içinde kurulan kent ve limanlar, çok geçmeden canlı birerticaret ve kültür merkezine dönüşürken, Rusya dünyanın başlıca demir, tomruk, gemi yapım gereçleri ve orman ürünleri üreticileri arasına girdi. Bu arada, kentleşme hızla gelişirken, toplumsal refah da gelişmeye başladı. Bu gelişmeleri Yekaterina II başlattı ve meyvelerini topladı. Şubat 1762`de Petro III, soyluların devlet hizmeti yükümlülüğünü kaldırmış ve yurt dışına çıkma kısıtlamalarını tanımış, ama devlet içindeki konumlarını ve mülklerinin güvenliğini açıkça belirtmemişti. Soyluların ekonomiyle ilgili alanlara yönelmelerini özendirmeye çalışan Yekaterina II, topraklarının sı­ nırlarını kesin olarak belirleyen genel bir kadastroyla, soylulara topraklarındaki yerüstü ve yeraltı gelir kaynaklarını işletme, ürünlerini serbestçe satma hakkı tanı­ dı. Ayrıca, Rusya`nın merkezden atanan memurlara, toprak sahiplerine ve mir adı verilen köy komününe ve köy işlerini yöneten meclise dayalı yerel yönetim dü­ zenlemesinin yetersizliğini görüp, bir reform programı hazırlayarak (1775), ülke topraklarını guberniya adı verilen birimlere ayırdı ve bunların yönetimini, doğrudan imparatorluk adına görev yapan valilerin sorumluluğuna verdi. Öte yandan, Senato`nun denetim yetkilerinin genişletilmesi, çeşitli devlet işlerini gören kurulların (nakazi) başkanlarına daha büyük yetki kazandırılması ve bir tür hükümet oluşturulması, vb. değişiklikler de reform programında yeraldı. Yekaterina II ayrıca, toprak sahibi soyluların ve kentlerin seçtiği görevlilerin yerel yönetimde belirli ölçüde söz sahibi olmalarını sağlayan bir sistem de geliştirdi (1785). Eski yasaları yenilemeye yönelik çalışmaları tamamlanamadıysa da, başlattığı yol gösterici ilkeler, Rusya`da XIX. yy`da gerçekleştirilerek reformların temelini oluşturdu. XIX. YÜ ZYIL Aleksandr I (1801-1825). Dengesiz babası Pavel l`in kısa hükümdarlık döneminden (1796-1801) sonra tahta çıkan Yekaterina ll`nin torunu Aleksandr I, başlangıç­ ta liberal görüşlere yakınlık duydu; ama giriştiği reformlar bazı yenilikler getirdiyse de, köklü bir değişiklik sağ­ layamadı. Aleksandr l`in barış ortamında gerçekleştirmeye çalıştığı reformlar, Rusya`nın Napolyon Savaşları`na karış­ masıyla kesintiye uğradı. Birbirini izleyen yenilgilerden sonra Tilsit Antlaşmasıyla (1807) sağlanan barış, Napolyon`un 1812`de Rusya`yı istilaya kalkışması sonucu bir kez daha bozuldu. Moskova`ya giren Napolyon, sonuçta, özellikle Rusya`nın korkunç kışının etkisiyle yenilgiye uğratıldıysa da, gerek bu yenilgi, gerek Finlandiya`nın Rusya topraklarına katılması ve Kafkasya`ya yayılmanın başlaması, ülkeye pek bir şey kazandırmadı. Çünkü savaş, Rusya`nın geniş insan gücünü ve sınırlı mali kaynaklarını tüketmişti. Bu yıpratıcı savaşların ardından umutsuzluğa düşen Aleksandr I, Avrupa`nın ortak güvenliği ve hıristiyanlık adına oluşturulan Kutsal İttifak`a katıldı (1815) ve kendini din işlerine vererek, eski reformcu eğilimlerini bir yana bırakıp, tutucu, baskıcı bir rejime yöneldi. Bu süreçte, her türlü muhalefetin baskı altında tutulduğu ülkede, çarlık yönetimine karşı gizli örgütlenmeler yaygınlaştı; özellikle savaş sonrasında, subayların önderliğinde gizli dernekler kuruldu. Aleksandr l`in Aralık 1825`te apansızın ölümü üstüne hükümeti devirme girişiminde bulunuldu. Dekabristler`in düzenlediği bu başarısız darbe girişimi, Aleksandr`ın yerine geçmiş olan kardeşi Nikolay l`i çok tedirgin ettiğinden, rejimini ayakta tutmak için sert önlemler almaya yöneltti. Nikolay I (1825-1855). Nikolay l`in yönetimi dönemindeki katı sansür uygulamasına karşın, Rus edebiyatı Aleksandr Puşkin, Nikolay Gogol, genç Fyodor Dostoyevskiy, Leo Tolstoy ve İvan Turgenyev gibi yazarların yapıtlarıyla, altın çağını yaşadı. Bu arada, ağır baskı ve sansür ortamında, aydınlar arasındaki çeşitli düşünce akımları, İslavcılık yanlıları ve batılılaşma yanlıları olarak kutuplaştı. Batı`ya açılmanın sağlam geleneksel yapıyı bozduğunu ileri süren İslavcılık yanlıları, Rusya`ya özgü kurumlan ve ortadoksluğu temel alan bir gelişme çizgisinde kalınmasını istiyorlardı. Batılılaşma yandaşlarıysa, kökten bir siyasal dönüşümü savunuyor ve otokrasinin dayanağı olan ortodoks kilisesinin etkisini kırmayı amaç alıyorlardı. Nikolay I, okullarda daha özgür bir ortama izin vermesine karşılık, üniversite öğretimini soylu ve varlıklı ailelerin çocuklarıyla sınırlandırmaya özen gösterdi. Ama küçük memur, esnaf ve papazların oluşturduğu orta sı­ nıfın çocukları için de meslek okulları ve teknik okullar açtırdı. Döneminde, bazı kurumlar da çağdaşlaştırıldı. Mihail Speranskiy`in yasaları biraraya toplama girişimi sonucunda, bir yasalar bütünü oluşturuldu (1833). Böylece devlet kendisine hizmet verecek düzenli ve sistemli biryapıya kavuştu. Demiryollarının yapımına baş­ lanıp, para istikrara kavuşturuldu; koruyucu gümrük tarifeleri uygulandı. Rusya`nın toplum yapısının temel taşı olan toprak köleliği düzeni, aynı zamanda da tarım ekonomisine dayalı ülkenin geri kalmışlığının başlıca kaynağıydı. Ama Nikolav I, bu durumun farkında olmasına karşın, soyluların tepkisinden çekindiği ve bir yö­ netim boşluğunun doğmasından korktuğu için, bu dü­ zene dokunmaya yanaşmadı. Çarlık bürokrasisinin kırsal alanda uygulayabildiği tek reform, toprakları eken köylülerle ilgili bir bakanlığın kurulması oldu. Volostadı verilen birimler çerçevesinde köylüleri örgütleyen bu bakanlık, tarım ve eğitimin geliştirilmesinde bir ölçüde başarıya ulaştı. Nikolay I yönetiminin çekingenliği, yalnızca bir köylü ayaklanmasından duyulan korkuya ve soylulara karşı duyulan güvensizliğe değil, aynı zamanda izlenen uluslararası siyasetlere de dayanıyordu. Nikolay l`in hü­ kümdarlık döneminin büyük bölümü barış içinde geç­ tiyse de, Rusya, Yunanistan`ın bağımsızlığını destekledi (1828-1829)ve Karadeniz`de Türk gücünün kırılmasında önemli rol oynadı. Nikolay I ayrıca, Polonya`daki halk ayaklanmasını bastırdıktan (1831-1833) sonra, Macar ayaklanmasını (1848-1849) bastırması için Avusturya`nın yardımına koşunca, `Avrupa`nın jandarması` diye nitelendirildi. İmparatorluk bu arada Amur ırmağının ötelerine, Uzakdoğu`ya doğru da genişledi. Ama, `Avrupa`nın jandarması` unvanıyla bir büyüklük duygusuna kapılan Nikoloy I, Kudüs`teki kutsaİ emanetlerin yeterince korunmadığını ileri sürerek, Avrupa`nın `hasta adamı` sayılan Osmanlı İmparatorlu- ğu`na savaş açtı. Kırım Savaşı`nda (1853-1856) Osmanlı Imparatorluğu`nu kolayca alt edeceğini sandıysa da, önce eski dostları İngilizler ve Fransızları, sonra da Sardinya ve Avusturya kuwetlerini, yanında değil, karşı­ sında buldu. Sivastopol`ün bir yıl savunulduktan sonra, Türkler ve müttefikleri tarafından ele geçirilmesi, uçsuz bucaksız imparatorluğun zayıflığını ve geri kalmışlığını açıkça ortaya koydu. Sivastopol`ün düşmesi (1855) üstüne üzüntüden ölen Nikolay l`in yerine geçen oğlu Aleksandr II, Rusya için ağır koşullar içeren Paris Antlaş­ masını (1856) imzalamak zorunda kaldı: Antlaşma, Rus savaş gemilerinin Karadeniz`e çıkmasını yasaklı­ yordu. Aleksandr II (1855-1881) ve toprak köleliğinin kaldırılması. Rusya`yı ileri Batı ülkelerinin düzeyine çıkarmak için köklü reformlar yapılması gerektiğini anlayan Aleksandr II, toprak sahiplerinin sert muhalefetini bazı ödünlerle yumuşatarak, 3 Mart 1861 `de toprak köleli­ ğini kaldıran bir kararname yayınladı. Bu kararnameyle 20 milyon köylü özgürlüğe kavuşturulurken, eski toprak kölelerine (mujikler), uzun vadeli bir ödeme programı çerçevesinde, belirli ölçüde toprak dağıtıldı. Ancak, toprak sahibi geniş bir köylü sınıfı yaratma çabaları, toprak sahiplerine verilen yüklü tazminatları karşılamak amacıyla köylülerin ağır bir borç altına sokulması yü­ zünden, birçok bölgede köylülerin verilen toprakları yeniden ellerinden çıkarma zorunda kalmaları nedeniyle başarısızlığa uğradı. Öte yandan, toprak sahiplerinin ekonomik dayanaklarının zayıflaması sonucunda, derebeylik düzeninde hızlı bir çözülme süreci başladı. Toprak köleliğinin kaldırılmasını üç reform daha izledi. Bunların birincisi, 1864`te zemstvo adı verilen yerel yönetim meclislerinin oluşturulmasıydı. Üyeleri seçimle belirlenen zemstvolara sınırlı ölçüde vergi toplama, eğitim, sağlık, yol vapımı ve öbür yerel işlerle uğraşma yetkisi tanındı. İkinci önemli reform, yargı alanında yapılan geniş kapsamlı bir reformla jürili mahkemelerin, bağımsız yargıçların, mesleğinde uzman avukatların yeraldığı düzenli ve çağdaş bir yargı sisteminin kurulması oldu. 1874`te de zorunlu askerlik hizmetiyle birlikte ordunun modernleştirilmesi yolunda önemli adımlar atılması, üçüncü önemli reform oldu. Topluca ele alındıklarında, bu reformlar Rusya`nın toprak köleli­ ğine dayalı geleneksel toplumsal-ekonomik sisteminin sonunu belirledi ve ülke, sanayileşme güdüsüyle, kapitalizme doğru hızla ilerlemeye başladı. Üstelik, toprak köleliğinin kaldırılmasıyla birlikte, toprak sahiplerinin yerel yönetim üstündeki ağırlığı da ortadan kaldırılmış­ tı: Daha önce toprak sahiplerinin seçtikleri yerel yöneticilerin merkezden atanması ilkesinin getirilmesi; kökeni çok eskiye dayanan köy komünü sisteminin, devlet adına vergi toplamayı sağlayan bir kurum olarak yeniden düzenlenmesi. Ne var ki, reform çalışmalarının yürütülmesi, dış ve iç olaylar yüzünden bazen durakladı, bazen de geri bırakıldı. Dışta, Polonya`da patlak veren 1863-1864 ayaklanması güçlükle bastırıldıktan sonra, yönetimde tutucular ağırlık kazandı. Bu süreçte reformların hızı iyice yavaşlatıldı ve kentlerde sınırlı seçime dayalı belediye örgütlerinin kurulmasıyla yetinildi. Liberal çevrelerin temsilî bir yönetim oluşturulması doğrultusundaki isteklerine sertlikle, karşı çıkılarak, kurulu düzeni koruma yoluna gidildi. Modernleştirilen orduysa, 1877-1878 Türk-Rus Savaşı`nda başarı kazanarak, Yeşilköy`e kadar ilerledi. Ama Balkanlar`da Rus etkisini önemli ölçü­ de artıran Ayastefanos Antlaşmasının, daha sonra 1878 Berlin Kongresi`nde yumuşatılması, Rusya`da düş kırıklığına ve Batı`ya karşı tepkiler doğmasına yol açtı. İçte, 1860 yıllarının radikal üniversite öğrencileri ve Nikolay Çernişevskiy gibi nihilist muhaliflerin sert eleştirileri, devrimci bir hareketin gelişmesine gerekli ortamı hazırladı. Devrimci hareketin Avrupa`daki sosyalist akımlardan da etkilenmesi sonucu, `Narodnikler` (halkçılar) adı verilen öğrenci gençler, 1874-1876`da, siyasal propaganda yoluyla köylüleri ayaklandırmaya yöneldiler. Bu olayları izleyen yaygın tutuklama ve sürgünler, hareketin daha da köklenerek yeraltına inmesine yol açtı. Sonuçta terör eylemlerine başvurmaya baş­ layan örgütün, 1879`da ikiye bölünmesi üstüne, `Narodnaya Volya` (Halkın İradesi) adını alan şiddet yanlısı kanat, imparatorun öldürülmesi kararı verdi. Birkaç ba­ şarısız girişimden sonra, 13 Mart 1881 `de bombalı bir suikast sonucunda, Aleksandr II öldürüldü. Aleksandr III (1881-1894). Aleksandr ll`nin öldürülmesi, oğlu Aleksandr lll`ün tutucu ve baskıcı yönetimini başlattı. Ama reformların ve hızla gelişen toplumsalekonomik değişikliklerin ilerleyişini durdurmak artık olanaksızlaşmıştı. Ekonomik gelişmenin yarattığı yeni toplumsal güçler, modernleşme ve liberalleşme yolunda itici mekanizmanın önderliğini üstlendiler. Öte yandan, mutlakıyetçi geleneğinden vazgeçmek niyetinde olmayan hükümet, bütün bu gelişmeleri engellemeye çalıştı. 1891`de başgösteren kıtlık yüzünden günden güne ciddileşen tarım bunalımı, etkin çevreleri, yalnızca eleştiriden, sert bir muhalefete yöneltti. Bu arada, maliye bakanı Sergey Vitte (1892-1903) tarafından yü­ rütülen hızlı sanayileşme çabaları, işçi ayaklanmalarını, kırsal kesimin yoksullaşmasını ve iş çevrelerinin küskünlüğünü büyük ölçüde körükledi. Bunun başlıca nedenleri, devletin tarımı gözardı etmesi, ağır borç yükü, temel gereksinme maddelerinden alınan ağır vergiler, üretim araç ve teknolojisinin eskiliği yüzünden verimlilik düzeyinin düşmesiydi. Çoğunlukla kırsal kesimden kopup gelen köylülerin oluşturduğu işçiler arasında, ücretlerin düşüklüğü, çalışma saatlerinin uzunluğu, barındıkları konutların derme çatmalığı, tepkilere yol açtı ve gün geçtikçe yaygınlaşan grevler başladı. Yayılmacılık ve Rus ulusçuluğu. Nikolay I döneminde Kafkasya`nın işgal edilmesi sırasında, kendilerini savunmak için gerilla taktikleri kullanan dağlı halklara (Çerkezler, Abazalar, Çeçenler, İnguşlar, vb.) karşı uzun ve güç askerî harekâtlar yürütmek gerekmişti. Aleksandr II döneminde, Orta Asya`nın bağımsız ya da özerk müslüman hanlıkları askerî girişimler sonunda Rus denetimi altına alınmış ve bir sömürü alanına dönüştürülmüştü. Özellikle müslümanlar arasında ekonomi ve kültür bakımından daha gelişmiş bir düzeyde bulunan Tatarlara, yoğun bir ruslaştırma siyaseti uygulanmıştı. İmparatorluğun güney ve güneydoğu yönünde genişlemesinde de buna paralel bir siyaset uygulayan Sibirya genel valisi Nikolay Muraviyev, Çin`i bir dizi antlaşma (Aygun Antlaşması, 1858) imzalamaya zorlayarak, Amur ırma­ ğı vadisi gibi önemli köprübaşlarını ele geçirip, Büyük Ökyanus kıyılarını Rusların yerleşmesine açmıştı. Bu arada, 1860 yıllarında Türkistan`da başlayan Rus yayılması, 1880 yıllarında Hazar denizinin doğu kıyısındaki Türkmen topraklarına dayandı. Böylece topraklarını giderek genişleten Rusya, yeni ele geçirdiği topraklara ve halklarına karşı (XIX. yy. başlarında ele geçirilmiş olan Gürcistan dışında) tam bir sömürgeci yaklaşımı geliştirdi. Ordunun da katılımı ve yardımlarıyla, yerli halklara karşı baskıcı bir yönetim ve toplumsal-ekonomik ayrım uygulandı. Rusya`nın ulusal kimliği konusunda 1830 yıllarında başlayan islavcılar ile batılılaşma yanlıları arasındaki tartışmalar da, kuşkusuz, Rus uluşçuluğu duygularının daha düşmanca birtavırtakınmasına önemli ölçüde katkı­ da bulundu. Polonya`da 1863 ayaklanmasının bastırılmasından ve 1877-1878 Türk-Rus Savaşı`ndan sonra başlatılan ruslaştırma siyaseti, Ukrayna`daki benzer uygulamaların ardından, 1890 yıllarında genel bir uygulama niteliği aldı. Bütün gücünü hükümetten alan ve O rtodoksluğu kabul ettirme çabalarıyla atbaşı giden bu siyasetin yürütülmesinde, Rus ortodoks kilisesi de önemli rol oynadı. Ruslaştırmanın başlıca hedeflerinden biri olan Baltık bölgesinde, yerel halkların.Alman toprak sahiplerine duyduğu tepki, dil, eğitim ve kültür alanlarında Alman etkisinin yok edilmesini kolaylaştırdı. Buna karşılık, Ortodoksluğu zorla benimsetme çabaları sonuçsuz kaldı. Kafkasya ve Finlandiya`daki ruslaştırma girişimleriyse, etkili bir pasif direnişle karşılaştı. Ruslaştırmanın bütün şiddetiyle sürdüğü Aleksandr III döneminde, Yahudilere yönelik ayrımcı uygulamalarda doruğuna ulaştı. Çarlık hükümetinin kışkırtmasıyla alevlenen pogromlar (Yahudilere toplu saldırılar; Bk. POGROM), Rus halkının yönetimden duyduğu hoşnutsuzluğu başka yönlere çekmek için de kullanıldı. Yüz binlerce Yahudi Batı Avrupa`ya ve ABD`ye göçmek zorunda kaldı. Bu siyasetler Aleksandr`ın oğlu Nikolay II döneminde de aynı biçimde sürüp gitti. Nikolay II (1894-1917). Babasının yerine tahta çıkan (1894) Nikolay II, toplumun siyasal ve toplumsal reformlar yapılacağı konusunda umutlarını kısa sürede söndürdü. Gün geçtikçe kötüleşen toplumsal durumdan dikkatleri başka yerlere çekmek ve yeniden canlanan devrimci eylemleri etkisizleştirebilmek için, hükü­ met Uzakdoğu`da yayılmacı serüvenlere girişti ve RusJapon Savaşı`nı (1904-1905) başlattı. Japonlar karşısında hem karada, hem denizde alınan yenilgiler sonunda, savaşın Rusya için ağır koşullartaşıyan bir barışla sonuçlanması (Bk. RUS-JAPON SAVAŞI), çarlık rejimine içten içe duyulan hoşnutsuzluğun açığa çıkmasına yol açtı. Yaygın grev ve protesto hareketlerinin ardından, Petersburg`da gösterici işçilere ateş açılmasıyla yaşanan Kanlı Pazar (22 Ocak 1905), 1905 Devrimi`nin kı­ vılcımını oluşturdu. İşçi grevleri, sokak çatışmaları, köylü eylemleri, denizci askerlerin ayaklanmaları (en önemlisi Haziran 1905`te Odesa`da Potemkin zırhlısında başlatılan ayaklanmadır) biçiminde gelişen genel ayaklanma, özellikle azınlıkların yaşadığı bölgelerde hızla yayıldı. Ekim 1905`te başlayan demiryolu grevinin ülke genelinde vavgınlaşarak genel bir greve dönüşmesi sonucu, güç durumda kalan Nikolay II, Ekim Manifestosunu yayınlayarak, ülkenin bir anayasayla ve seçimle işbaşına gelecek temsilî yasama gücü olan duma`yla yönetilemesine izin vermek zorunda kaldı. Başbakanlı­ ğa getirilen Pyotr Stolıynin (1906), bir yandan baskıcı yöntemlere başvururken, bir yandan da köylülerin durumunu düzeltmek için göstermelik toprak reformları yaptı ve sonunda öldürüldü (1911). Yeni siyasal değişiklik, Rusya`nın sanat ve kültürdeki yaratıcılığına önemli katkılarda bulundu. `Gümüş Çağ` diye adlandırılan bu patlama, 1914`te Birinci Dünya Savaşı`nın başlamasına kadar sürdü. 1860 yıllarında N. İ. Lobaçevskiy ve D. İ. Mendeleyev gibi ünlü Rus bilim .^damları, Batı`da tam anlamıyla tanınmışlardı. XX. yy`ın ilk 20 yılında Rusya, bilim ve feisefe alanlarında ön sıralarda yeraldı; Rus bilim adamları kimya, havacılık, dil bilgisi, tarih, arkeoloji, istatistik gibi alanlarda da dünya ölçeğinde ün saldılar. Bu arada dinsel rönesansla birlikte, Rus felsefesinin N. A. Berdyayev, N. O. Losski (1870-1965), L. Şestov (1866-1938), vb. varoluşçuluk okulunu geliştiren öncü kişileri de ortaya çıktı. Gümüş Çağ, özellikle sanat alanında olağanüstü yaratıcı patlamalara tanık oldu. Besteci İgor Stravinskiy, bale emprezaryosu Serge de Diaghilev ve ressam Wassily Kandinsky, vb. sanatçıların, Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında öncü modernizm akımının ortaya çıkışında güçlü etkileri oldu. Dışta, Asya`da Japonya`yla çatışmaya son vermiş olan Rusya, 1906`dan sonra Balkanlar`da etkisini artırmak için, Osmanlı İmparatorluğu`na ve Avusturya-Macaristan`a karşı yoğun bir savaşıma girişti. Balkanlar`da ortamın gün geçtikçe kızışmasından ve Balkan Sava­ şandan sonra Birinci Dünya Savaşı patlak verince, Rusya, İngiltere ve Fransa`nın yanında savaşa katıldı. OsmanlI Imparatorluğu`nun da bir süre sonra Almanya ve Avusturya`nın yanında savaşa girmesi üstüne, Kafkasya`da yeni bir cephe açmak zorunda kalan ve Boğazlar`ın açık olmasına bağlı askerî ikmal desteğini büyük ölçüde yitiren Rusya, büyük bir silah ve cephane sıkıntı­ sı çekmeye başlayınca, orduları batıda birbirini izleyen ağır yenilgilere uğradı. Savaşın getirdiği yıkım, ekonomik durumun hızla bozulmasına ve çarlık yönetimine duyulan hoşnutsuzluğun şiddetlenmesine yol açtı. Petrograd`da(Petersburg) ve öbür kentlerde yayılan grevler ve sokak gösterileri, çarlık subaylarının buyruklarını dinlemeyen askerî birliklerin de bu eylemlere katılmaları üstüne büyük bir ayaklanmaya dönüştü. Ayaklanmacılar tarafından Pskov`da kuşatılan Nikolay ll`nin 15 Mart 1917`de (eski Rus takvimine göre şubat) tahttan çekilmesi sonucunda, çarlık rejimi yıkıldı. 1917 Rus Devrimi. Şubat Devrimi`yle çarın tahttan çekilmesinin ardından, Duma, önce prens Georgiy Lvov`un (1861-1925), daha sonra da Aleksandr Kerenskiy`in başkanlığında geçici bir hükümet kurdu. Çetin sorunlarla karşı karşıya gelen hükümet, gün geçtikçe tutumunu sertleştiren İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti`nin meydan okumalarıyla başa çıkamaz ve isteklerini yerine getiremez oldu. Sonuçta, genel barış beklentisinin tersine, savaşı sürdürmeye yönelik hazırlıklara giri­ şilmesi, işçilerin fabrikaları işgal etmelerine, askerlerin kitle halinde cepheden kaçmalarına, köylülerin topraklara el koymalarına, Rus olmayan ulusların da bağımsızlık doğrultusunda adımlar atmalarına yol açtı. Bu ortamda geniş kitleleri etkileyen Bolşevikler, Kasım 1917`de Finlandiya`dan dönmüş olan Vladimir İlyiç Lenin`in önderliğinde, geçici hükümeti devirerek iktidarı ele geçirdiler. Böylecel 917 RusDevrimi`nin ikinci aşaması olan Ekim Devrimi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği`nin kurulmasıyla sonuçlandı. (Ayrıca Bk. RUS DEVRİMİ, 1917; SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER BİRLİĞİ.)

tarihRusya konusu nedir nerededir sorusuna cevap oldu mu ?
-