tarih Rusya
Günümüzün Avrupa Rusyası İ.Ö. II. binyıldan başlayarak
Hint-Avrupa ve Ural-Altay halkları arasında payla
şılmıştı. Karadeniz`in kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan halklardan Kimmerlerin (ya da Kimbriler) bir bölümü
İ.Ö. VII. yy`da İskitler tarafından, bir bölümü de İ.Ö. III.
yy`da Sarmatlar tarafından yok edildi. Gotlar, Hunlar,
Avarlar, vb. halklar, İ.S. I. yy`ın başlarında birbiri ardı sı
ra bu topraklara egemen oldular. Hazarlar (VII. yy.) ve
Bulgarların (VIII. yy.) köklü devletler kurmalarından
sonra, VI. yy`dan başlayarak da İslavlar, bölgeye yerleş
tiler.
ORTAÇAĞ RUSYASI
Polonya`nın güneyinden ve Baltık kıyılarından geldikleri
düşünülen İslavlar, güneyin verimli ama korumasız
bozkır alanının kuzeyindeki karışık ormanlar ve çayırlıklar
bölgesine yerleştiler. Bir yandan tarım, balıkçılık
.
“Günümüzün Avrupa Rusyası İ.Ö. II. binyıldan başlayarak Hint-Avrupa ve Ural-Altay halkları arasında payla şılmıştı. Karadeniz`in kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan halklardan Kimmerlerin “
Günümüzün Avrupa Rusyası İ.Ö. II. binyıldan
Günümüzün Avrupa Rusyası İ.Ö. II. binyıldan başlayarak
Hint-Avrupa ve Ural-Altay halkları arasında payla
şılmıştı. Karadeniz`in kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan halklardan Kimmerlerin (ya da Kimbriler) bir bölümü
İ.Ö. VII. yy`da İskitler tarafından, bir bölümü de İ.Ö. III.
yy`da Sarmatlar tarafından yok edildi. Gotlar, Hunlar,
Avarlar, vb. halklar, İ.S. I. yy`ın başlarında birbiri ardı sı
ra bu topraklara egemen oldular. Hazarlar (VII. yy.) ve
Bulgarların (VIII. yy.) köklü devletler kurmalarından
sonra, VI. yy`dan başlayarak da İslavlar, bölgeye yerleş
tiler.
ORTAÇAĞ RUSYASI
Polonya`nın güneyinden ve Baltık kıyılarından geldikleri
düşünülen İslavlar, güneyin verimli ama korumasız
bozkır alanının kuzeyindeki karışık ormanlar ve çayırlıklar
bölgesine yerleştiler. Bir yandan tarım, balıkçılık
ve avcılıkla uğraşıyor, bir yandan da orman ürünlerinden
yararlanıyorlardı. Viking savaşçı-tüccarlarının (Varegler)
İstanbul`a ulaşmak için kullanacakları su yolları
boyunca uzanan ırmak ve göllerin kıyısına yerleşmiş
lerdi. Üstün savaşçı niteliklerini kullanan Varegler, kısa
sürede İslavları haraca bağlayarak, İstanbul yolu üstünde
kilit noktaları ele geçirdiler. 682`de Ryurik(yada Rurik)
önderliğinde bir Vareg topluluğu, Novgorod`u aldı.
Oradan güneye doğru ilerleyen Ryurik, 879`da Kiev`e
yerleşerek, merkezi haline getirdi. Kiev, Dnieper çağlayanlarının
üstünde, açık bozkır alanının İslav yerleşmeleri kuşağıyla birleştiği orman-çayırlık bölgesinde yeralan
stratejik bir kentti.
Kiev Devleti. Ryurik`in yerine geçen Oleg döneminde
(öl. 912), Kiev bir federasyon merkezine dönüştü. Kiev
Devleti`nin (KievRusyasıda denir) stratejik noktaları, kı
sa süre sonra dil ve kültür bakımından islavlaşan Vareg
prensleri tarafından denetleniyordu. Prens Svyatoslav
İ`in (945-972) Dnieper ile Tuna arasında bir imparatorluk
kurma girişimleri başarısızlığa uğradıysa da, Kiev,
doğudan gelen göçebe halkların akınlarına karşı Volga
çevresindeki Hazar Devleti tarafından, korundu. Prens
Vladimir İ`in Doğu Ortodoksluğunu benimsemesi (988)
sonucu, Kiev çok geçmeden, büyük bir kültür merkezine
dönüştü. Kentte, Bizans uygarlığını yansıtan görkemli
yapılar, kiliseler ve manastırlar yapıldı.
`Bilge` Yaroslav döneminde Kiev Devleti, siyasal ve
kültürel bakımdan gücünün doruğuna erişti. Siyasal açı
dan Kiev, Ryurik`in soyundan geldiklerini ileri süren hü
kümdarlar tarafından birleştirilen bir prenslikler federasyonunun
merkezi oldu (devletin birliği gerçek bir
birlik değildi; ama daha sonraki kuşaklar için bir esin
kaynağı olma görevini yerine getirdi). Ticaret, siyasal iktidarın
başlıca dayanağıydı; avcılık ve balıkçılıkla tamamlanan
tarımsa, topluluğun başlıca uğraşlarından
biriydi. Kültür açısından Kiev, Bizans uygarlığının (özellikle
din ve sanat alanlarında) yayılmasına yardım eden
bir öğe oldu. Bu arada, yüksek düzeyde yerli bir kültür
de gelişmeye başladı (bu kültür daha sonraki Ukrayna,
Beyaz Rusya ve Büyük Rusya uygarlıklarının temelini
oluşturdu).
Prensler arası çekişmeler, Bizans ticaret yollarının
Doğu Akdeniz`e kayması ve doğudan gelen göçebe
halkların istilaları sonucu nüfusun azalması, Kiev Rus
Devleti`nin XI. yy. sonlarında başlayan gerileme sürecinin temel nedeni oldu. Orta Asya`dan kopup gelen Mo-
ğollar, Güney Rusya ovasını, karşı durulmaz bir hızla istila
ederlerken, özellikle Kumanlar, 1240`ta Kiev`i yağ
malayıp yerle bir ettiler. Volga kıyısındaki Saray`ı baş
kent yapan Altınordu Devleti hanları, Avrupa Rusyası`nın
büyük bölümünü yaklaşık iki yüzyıl denetimleri
altında tuttular.
Moğol yönetimi. Moğolların ele geçirdikleri kentlerin
çoğu, kısa sürede yeni koşullara uyum sağlamayı başardılar.
Kiev gibi bazı kentlerin yıkıma uğratılmasına kar
şın, özellikle Vladimir-Suzdal bölgesindeki kentler, belirgin
bir canlanma dönemine girdiler. Siyasal açıdan
Moğol egemenliği pek ağır değildi. Çünkü Moğollar,
haraca bağladıkları kentleri, yerel prensler aracılığıyla
yönetiyorlardı. Bu prenslerin denetlenmesi de, bölgenin
Moğol komutanlarına bırakılmıştı. Novgorod ve
Pskov gibi kentlerse, bütünüyle Moğol etki alanının dı
şında kalarakticari konumlarını korudular. Ticaretle uğ
raşan güçlü boyarlar oligarşisinin elinde olan bu kentler
(Aleksandr Nevski gibi prensler, yalnızca kiralık askerî
önderlerdi), Hansa Birliği`yle sıkı ilişkiler geliştirdiler.
Moskova`nın ön plana çıkışı. Moğol yönetiminin gölgesinde
ve Orta Rusya`nın sert çevre koşulları içinde,
Moskova Prensliği hızla gelişmeye başladı. Kuzeydo
ğudaki sahipsiz toprakları ele geçirmiş olan Kiev Rusyası`nın
prens ailesi üyeleri, bu topraklara kira bedeli olarak
para karşılığında koruma önerdikleri köylüler yerleştirmişlerdi.
Prenslerin her biri kendi yöresinin efendisiydi;
toprakları, kendilerine hizmetle yükümlü paralı
askerlerin (boyarlar) yardımıyla yönetip savunuyorlardı.
Her prensin çevresinde belirli toprakların gelirleri
karşılığında askerî hizmet veren boyarlar yeralmaktaydı.
Ryurik döneminde geliştirilmiş yönetim sistemi ve
kültür, hıristiyanlığın etkisiyle biçimlenerek bir aile birli
ği yaratmıştı.
Soyağacından, Moğollar`ın kayırmacı tutumundan,
kilisenin desteğinden, coğrafya koşullarından ve zenginliğinden yararlanan Vladimir, Yaroslav, Moskova,
Suzdal, Tver gibi kentlerin yerel prenslerinin bazıları,
kendi bölgelerinde üstünlüğü ele geçirerek, zamanla
daha güçsüz hükümdarları, boyarlarıyla birlikte kendilerine
hizmet etmek zorunda bıraktılar. Bu prenslikler
arasında Moskova, yavaş yavaş en güçiüleri olarak ön
plana çıktı. Hükümdarı İvan l`e (İvan Kalita, 1328-1341)
Altınordu Devleti tarafından, Vladimir büyük prensi unvanının
yanı sıra, komşu prensliklerden Moğollar adına
haraç toplama yetkisi de verildi. Onun torunu Dmitriy
Donskoy, iç karışıklıklarla sarsılan Altınordu Devleti`nin
kuwetlerini Kulikovo Savaşı`nda (1380) ağır bir yenilgiye
uğrattı. Moğollara karşı kazanılan bu ilk zaferden
sonra, kanlı bir iç savaş sonucunda, başlıca rakip olan
Tver Prensliği`nin alt edilmesiyle, Moskova Büyük
Prensi İvan III (1462-1505), Orta Rusya`nın tek hükümdarı
haline geldi. Kulikovo yenilgisinden sonra yeniden
toparlanmayı başaran Altınordu Devleti, Rus prensliklerini
sindirip merkezî otoriteyi bir kez daha sağladıysa
da, Timur ordularının giriştiği seferler, batıdaki Tatar
beylerinin başlattığı ayaklanmalar, Altınordu Devleti`ni
iyice yıpratarak zayıf düşürdü. İvan III, 1480`de, haraç
ödemeyi reddederek, Altınordu Devleti`ne son darbeyi
indirdi.
Ancak, Moskova`nın zaferi tamamlanmış değildi.
Çünkü Kiev Devleti`nin, bölgede bir mirasçısı daha vardı: XIV. yy. başlarında bağımsız prenslerin çoğunun ve
Beyaz Rusya boyarlarının egemenliğini kabul etmiş oldukları
Litvanya Büyükdüklüğü. Güneyde ve doğuda,
dağılan Altınordu Devleti`nin yerinde kurulan müslü-
man Kazan, Astrahan ve Kırım hanlıkları da, Moskova
Büyük Prensliğinin güvenliğini ciddi biçimde tehdit etmekteydiler.
Moskova`nın 1478`de Novgorod`u, 1510`da da
Pskov`u topraklarına katması, kazançlı Baltık ticaretinin
kapılarını açtığı gibi, kuzeydoğudaki uzak sömürgeleş-
tirilmiştopraklar üstünde de denetimin yeniden sağlanmasına
olanak verdi. Bu arada, kilise ile devlet arasında
ve kültür alanında yerlicilik ile yenilikçilik arasında baş-
gösteren anlaşmazlıklar, XVI. yy`ın ikinci yarısında bir
uzlaşmayla sona erdiyse de, yalnızca manevi güce dayalı
bir kilise isteyenler ile kilisenin zenginliğini ve kurumsal
gücünü korumasını isteyenler arasındaki gerginlik,
Moskova Büyük Prensliği`nin kültür yaşamını etkilemeyi
sürdürdü.
Moskova Devleti`nin örgütlenmesi. Moskova büyük
prenslerinin başlıca siyasal amaçları, daha önce bağımsız
olan prensleri ve onların boyarlarını sindirerek,
Moskova`nın hizmetine sokmaktı. Bu sindirme işlemi,
boyar konseyinin (duma) üye sayısını yeni gelenleri içerecek
biçimde genişletilmesiyle gerçekleştirildi. Hem
soyçekimine, hem de görev konumuna dayalı bir öncelik
sistemi (mestniçestvo), boyar sınıfının bölünmüş
olarak tutulmasını sağlıyordu. Ayrıca, XV. yy. sonlarından
başlayarak Moskova büyük prensleri, yalnız kendilerine
bağlı bir askerî hizmet sınıfı (dvoryantsvo) kurdular:
Köylüler bu sistemin dışında bırakılmıştı. Kasabalar,
doğrudan büyük prensin temsilcileri tarafından yönetilmekteydi.
Mutlakıyet rejimini, İvan lll`ün torunu İvan IV
(1 533`ten-1 584`e), doruk noktasına eriştirdi. Çar unvanını
alıp (1547), hem Bizans, hem de Altınordu tahtlarında
hak iddia eden İvan IV`ün Kazan (1552) ve Astrahan
(1556) hanlıklarını ele geçirmesiyle, Volga ticaret
yolları Rus denetimine girdi; ayrıca Sibirya`nın içlerine
doğru yayılmanın kapısı açılmış oldu (1581). Sibirya`nın
batı kesimiyse, Kazak önderi Yermak Timofeyeviç tarafından
daha önce ele geçirilmişti.
Mutlak gücüne ve asker sayısının gün geçtikçe artmasına
dayanan İvan IV, Litvanya`nın rekabetini ortadan
kaldırarak Baltık kıyısında bir liman elde etme sava
şımına girişti. Polonya-Litvanya, Livonya ve İsveç`e kar
şı 25 yıl süren Livonya Savaşı (1558-1583), bu arada Kı
rım hanlarının Moskova`ya birkaç yıkıcı akın (özellikle
1 571`de) düzenlemelerinin de etkisiyle tam bir başarı
sızlıkla sonuçlandı ve ülkeyi büyük bir sarsıntıya uğrattı.
İvan IV, bütün kaynakları seferber ederek, iç muhalefetle
başa çıkmak için bir muhafız alayı ve yeni bir bölgesel
yönetim sistemi (opriçnina; 1565-1572) kurdu.
Bu sistemin uygulandığı yedi yıl, kanlı şiddet olaylarıyla
geçti ve ülke ekonomisine ağır bir darbe indirdi. Opriç-
nina`yı kaldırdıktan sonra eski sisteme dönen İvan
IV`ün Rusya`ya hiçbir şey kazandırmayan savaşlar baş
latmış olmasının sonucu, yıkıntıya uğramış bir ülke bı
rakmak oldu. Yerine geçenlerin (Fyodor I; 1584`ten-
1 598`e ve Boris Godunov; 1598`den-1605e) yönetimlerinde,
Rus köylüsü bütünüyle köleleştirildi.
XVII. VE XVIII. YY`LAR
İvan IV`ün oğlu Fyodor l`in ölümüyle, Moskova sülalesi
sona erdi ve Fyodor`un hükümdarlığı sırasında gerçek
gücü elinde toplamış ve onun vârisi ilan edilmiş olan kayınbiraderi
Boris Godunov iktidara geldi. Ama Godunov`a,
ülkede birçok kişi, özellikle de dışlanmış boyar
aileleri, tahtı haksız yere ele geçirmiş biri gözüyle baktı
lar.
Godunov, düzeni yeniden kurma ve ticareti geliştirme
yönünde önemli adımlar atarak, boyarların gün
geçtikçe artan muhalefetini şiddetle bastırdı. Savaşlardan
bitkin düşmüş ülkede kıtlığın yol açtığı yaygın hoş
nutsuzluk ortamında, Fyodor`un ölmüş kardeşi olduğunu
ileri sürerek ortaya çıkan ve taht üstünde hak iddia
eden Düzmece Dmitriy`in başlattığı ayaklanmayı da
bastırmayı başardı. Ama apansızın ölmesi (1605) üstü
ne ayaklanarak bir darbe gerçekleştiren boyarlar, kendi
önderleri Vasiliy Şuyskiy`i tahta çıkardılar (1606). Bunun
üstüne kırsal kesim boyarları, köylüler, Kazaklar ve
rahipler Vasiliy Şuyskiy`e karşı ayaklandılar. Bu ayaklanmalardan
birine önderlik yapan ikinci Düzmece
Dmitriy, 1608`de Moskova`yı kuşattı. Fırsattan yararlanmaya
kalkışan Polonya, İsveç ve Kırım Hanlığı`nın
ülkeye müdahaleleri, durumu daha da güçleştirdi. Polonya
birliklerinin Rusya`yı işgal ederek Moskova`yı ele
geçirmeleri (1610) üstüne soylular, toprak sahipleri,
Kazaklar ve tüccarlara dayalı bir direniş hareketi başladı.
Harekete katılan birlikler, 1612`de Moskova`yı PolonyalIlardan
geri alarak, İsveçlileri ve Kırım Hanlığı birliklerini
de püskürttüler. 1613`te toplanan zemskiy sobor
(ülke meclisi), genç Mihail Romanov`u çar olarak
seçti (Romanov sülalesi, Rusya`yı 1917`ye kadar yönetmiştir).
Kargaşa yılları. XVII. yy`da Rusya`da geleneksel kalıpların
ve durağan yapılanmaların altında, köklü değişiklikler
gerçekleşti. Bu değişiklikler din, kültür, siyasal ve
toplumsal-ekonomik alanlarda büyük bir kargaşalıklara
yol açtı. Patrikliğe getirilen Nikon`un (1652-1666) önderliğinde,
Rus ortodoks kilisesinin dinsel ve örgütsel
reformlarla yeniden düzenlenmesine girişilmesi, din
alanındaki kargaşayı başlattı. Devletin desteğinde kilisede
girişilen bu reformlara, toplumun % 25 kadarını
oluşturan gelenekçi topluluğun (`Kadim Müminler`)
karşı çıkması, raskoladı verilen din ayrılığını başlattı ve
gelenekçilerin direnişi ancak şiddetle bastırılabildi. Bu
arada seçkinler ile halk arasındaki kültür uçurumu siyasal,
toplumsal, ekonomik anlaşmazlıklar yüzünden giderek
derinleşmişti. Moskova`daki tuz ayaklanması
(1648) ile Pskov ve Novgorod`daki kıtlık ayaklanmaları
üstüne, yönetimde reform yanlısı bir grup boyar ağırlık
kazandı.
Askerî görevlilerin, 1649 yasasıyla toprak köleliğini
birkurum haline sokma ve köylülerüstündetam bir denetim
kurma girişimi de, pek çok ayaklanmaya yol açtı.
Bunların en önemlisi, 1670-1671`de çevresine topladı
ğı Kazakların, Kadim Müminler`in, kaçak köylü toprak
kölelerinin başında, Kazak hetmanı Stenka Razin`in,
Volga çevresini ateşe veren ve Moskova`yı bile tehdit
eden ayaklanması oldu.
Bu arada, Romanovsülalesinden ilkçarlardöneminde
ekonominin yeniden yapılanması çok ağır işlediyse
de, ticaret ve sanayi alanlarında önemli gelişmeler sağ
landı. Özellikle İngilizler ve HollandalIlarla yapılan ticaret
sözleşmeleri, yabancıları Rusya`ya çekti. Rusya, Avrupa`daki
askerî ve siyasal olaylarla ilgilendikçe, ilişkiler
gün geçtikçe arttı. Kargaşa dönemi sonrasında, kültür
açısından bir sarsıntı geçiren Rusya`da, bir yandan Avrupa
kültürünün etkisi güçlenirken, bir yandan da batılı
laşma karşıtı birakım ortaya çıktı. Bunun başlıca nedenlerinden
biri, Avrupa kültürünün Rusya`ya, katolikliğin
egemen olduğu Polonya, Beyaz Rusya ve Ukrayna üstünden
ulaşmasıydı.
Mihail`in oğlu Aleksey`in döneminde (1645-1676),
Ukrayna ve Beyaz Rusya`yı ele geçirmek için Polonya`ya
savaş açıldı (1654). Bunu 1656`da İsveç`le savaş
izledi. Rus birliklerinin Baltık bölgesindeki ileri harekâtı,
Ukrayna`da çıkan güçlükler yüzünden İsveç`le barış
yapılmasıyla (1661) sonuçsuz kaldıysa da, 1667`de Polonya`yla
imzalanan antlaşma Ukrayna`nın doğu kesiminin
Rusya`ya bağlanmasını sağladı. Aynı dönemde hükümet, yerel yönetimleri (prikazi)
boyar dumasının ve çarın doğrudan gözetimi altında
merkezleştirme yoluyla, güçlüklerle başa çıkmaya çalıştı.
Çara yardım etmekle görevlendirilen meslekten
yöneticilerin oluşturduğu kâtipler sınıfı (diyaki), yeni bir
güç odağı haline geldi. Toplanması artık çarlık yönetimi
tarafından belirlenen zemski sobor, gerektiğinde birleşmeye
çağrılan yetkisiz bir kuruma dönüştürüldü. Bu
arada mali yük, merkezleşme boyutları oranında büyü
dü. İç denetimi güvence altına almak ve etkin bir dış siyaset
sürdürmek amacıyla, paralı yabancı askerlerden
oluşan streltsıy adlı düzenli profesyonel ordu kuruldu
ve modern teknoloji yaygınlaştırıldı. Mutlakıyet yönetiminde
hiçbir gevşetmeye gidilmemesine karşın, Aleksey`in
ölümünden sonra yerine geçen büyük oğlu Fyodor
III döneminde (1676-1682), Romanovlar sülalesi
ile akraba rakip aileler arasında sürekli çekişmeler ya
şandı. Çocuğu olmayan Fyodor lll`ün ölümünü izleyen
yoğun saray entrikaları sonunda, küçük kardeşleri Petro
I (1682`den-1725`e) ve İvan V (1682`den-1696`ya)
birlikte ortak çar ilan edilirken, anneleri Sofiya da naipli
ğe getirildi. Ama 1689`da, Petro I, annesini naiplikten
uzaklaştırıp, yönetimi tek başına ele aldı.
Büyük Petro l`in reformları. Büyük Petro l`in atılımcı ve
sert tutumu, Rusya`yı geri kalmışlıktan, ilerlemeyi benimsemiş
birdevlete dönüştürdü ve güçlü Avrupa ülkeleri
düzeyine getirdi. OsmanlIların savaşta olmasından
yararlanan Petro I, Karadeniz`e inme düşüncesiyle ilk
Rus filosunu kurarak, Kırım`a bir sefer düzenledi ve ertesi
yıl Don ırmağı boyunca ilerleyerek, Azak kalesini
ele geçirdi. Aynı yıl (1696), hastalıklı üvey kardeşi İvan
V`in ölmesiyle tahtta tek başına kalıp, Baltık denizine
yönelmeye karar vererek, İsveç`le Büyük Kuzey Sava-
şı`na (1700-1721) girişti. Başlangıçta alınan yenilgilere
karşın 1709`da savaş Rusya lehine dönünce, İsveç kralı
Kari Xll`nin (Demirbaş Şarlı çabaları sonucunda savaşa
katılanOsmanlıordusu karşısında 1711`degüçduruma
düştüyse de (Bk. PRUT SAVAŞI), Azak`ı vererek kurtulmayı
başardı. Sonunda denizlerde üstünlük sağlanması
sayesinde İsveç`le yapılan Nystad Antlaşmasıyla
(1721), Estonya ve Litvanya`nın büyük bölümü dahil,
Baltık bölgesinin doğu kesimini (Livonya) Rus topraklarına
kattı. Böylece Batı`yla doğrudan ticaret yollarına
kavuşan Rusya, Avrupa`nın büyük devletleri arasına girdi.
Daha sonra Büyük Petro I, Doğu doğrultusunda genişlemek
amacıyla, Hazar bölgesini ele geçirmek için
İran`a seferler düzenledi (1722-1723).
Birbirini izleyen savaşlar ülkenin ekonomisine bü
yük zarar vermişolduğundan, savaşlarsona ererermez
Büyük Petro I, durumu düzeltmek için bir yandan geniş
çaplı reformlara, bir yandan da sert baskı önlemlerine
başvurdu. Toplumun sınıfları arasındaki geleneksel ayrıma
köklü bir yapı kazandırmaya yönelip, soyluların
devlete hizmet yükümlülüğünü, kalıcı ve düzenli bir temele
oturttu. Toprak sahibi soyluların topraklarını ve
köylüler üstündeki haklarını genişletirken, mülkiyetin
babadan büyük oğula geçmesini sağlayan bir düzenlemeyle,
geniş toprakların bölünmesini önledi. Köylülerin
aile başına ödediği vergiyi kişi başına vergiye dönüş
türerek, toprak köleliği sistemini daha da katılaştırdı.Kentlere ve kasabalara belediye kurma yetkisi tanıdı.
Askerî görevlerin ve yönetim görevlerinin dağıtımında,
devletin gereksinmelerini ön plana çıkarırken, merkezî
otoritenin denetimine esneklik kazandıracak, yeni bir
yerel yönetim sistemi geliştirdi. Çok sayıdaki ve karma
şık prikazi`leûn (yerel devlet daireleri) yerine, daha dü
zenli bir işleyişe dayalı kurullar (kollegi) oluşturdu. Boyarlar
dumasını kaldırarak, yasama işlerini atanmış gö
revlilerden oluşan bir Senato`ya verdi. Patriklik makamını
kaldırarak, kilisenin başına kendisine bağlı Kutsal
Sinod`u getirdi (1721) ve kiliseyi mutlakıyet rejiminin
başlıca dayanaklarından birine dönüştürdü. Batı çizgisinde
ilk düzenli kara ve deniz kuwetlerinin temellerini
atmasının yanı sıra, yaygın bir sistem çerçevesinde bü
rokraside eğitim, yetenek ve kıdemi temel alan bir yapı
yı yerleştirdi.
Uzun süreli savaşların getirdiği ağır yük, Petro l`i ekonomik
alanda da bazı atılımlar yapmaya zorladı. Özellikle
silah ve gemi yapımına önem verdiğinden, madenciliğin
ve sanayinin gelişmesine özen göstererek,
yerli ve yabancı yatırımcıları her bakımdan destekledi.
Bu arada yeni başkenti Petersburg`un kurulmasında çalıştırdığı
gibi, köylülere bir yasayla zorunlu çalışma sistemini
getirdi. Petersburg limanı, çok geçmeden Batı`ya
açılan bir ticaret kapısı haline geldi.
Petro`nun devleti eğitim alanına sokması, Rus kültü
ründe geniş kapsamlı bir dönüşümü başlattı. Eğitim yoluyla
Batı`ya özgü birçok kurum ve gelenek Rusya`ya
girmeye başladı. 1724`te temelini attırdığı Petersburg
Bilim ve Sanat Akademisi, sonraki yıllarda bilimin ve
teknolojinin gelişmesinde öncü rol oynadı.
Büyük Kuzey Savaşı`ndan sonra (1721) `Rusya imparatoru`
unvanını almış olan Petro I, sık sık tutulduğu
sinir bunalımlarından (bu yüzden, Türk tarihlerinde adı
`Deli Petro` olarak da geçer), birinde, .tek oğlu Aleksey`i
vatana ihanetle suçlayarak işkenceyle öldürttü ve
ertesi yıl her imparatorun vârisini belirlemesi ilkesini getirdi.
Ama bu hakkını kullanamadan ölmesiyle (1725),
yerine eşi imparatoriçe Yekaterina I geçti.
Sonraki hükümdarlar. Petro l`in ölümünün geride bı
raktığı yeri doldurulamayan boşluk, oldukça uzun sürecek
yeni bir çekişme ve karışıklık dönemini başlattı. Petro`nun
ölümünü izleyen yarım yüzyıl boyunca hükümdarları,
gözde saray adamlarının ve önde gelen devlet
adamlarının, muhafız birliği subaylarının desteğiyle
gerçekleştirilen saray darbeleri belirledi. Petro`nun
dul eşi Yekaterina l`in kısa döneminden (1725-1727)
sonra, Petro l`in torunu olan Petro II (1727-1730), Petro
l`in yeğeni Anna (1730-1740), Anna`nın yeğeni İvan VI
(1740-1741), Petro l`in kızı Yelizaveta (1741-1761) ve
Yelizaveta`nın yeğeni olan eşi Petro lll`ün ayağını kaydırarak
yerini alan Yekaterina II (1762-1796), hep bu
yolla tahta çaktılar. Dolgoruki ailesinin 1730`da hü
kümdarın yetkilerini sınırlamaya yönelik girişimi, Petro
ll`nin ölümüyle, kısa süre sonra başarısızlıkla sonuçlandı.
İmparatorlar, tekeller ve ayrıcalıklar tanıyarak, soylular
sınıfını kendilerine bağımlı tutmayı başardılar. Ayrıca,
devletin ekonomik alandaki denetimini gevşeterek,
iç ticareti tıkayan engelleri kaldırdılar. Öte yandan,
kırsal kesimde büyük toprak sahiplerine tanınan geniş
yetkiler, özellikle Kazak kökenli Yemelyan Pugaçev
önderliğinde ülkenin bütün doğu kesimini saran büyük köylü ayaklanmasının (1773-1775) güçlükle bastırılmasından
sonra, büsbütün artırıldı ve toprak köleliğinin
daha da kökleşmesine, köylüler üstündeki baskının çok
daha ağırlaşmasına yol açtı.
Rus yayılmacılığı ve batılılaşma çabaları. XVIII. yy. Rusyası`na
iki önemli siyaset egemendi. Bunlardan birincisi,
imparatorluğun güneye ve batıya doğru yayılmasıydı.
Güneydeki bozkırlar bölgesine zaman içinde Ruslar
yerleştirilip, bölgedeki özerk yerel topluluklara, özellikle
geleneksel Kazak hetmanlığına son verilerek
(1764), Kazakların yaşadıkları Ukrayna`daki ırmak vadilerinde
sıkı bir denetim sağlandı ve bölge halkı, zaman
içinde, Rus köylü topluluğu içinde eritildi. İlk büyük
Türk-Rus savaşına son veren Küçük Kaynarca Antlaş
masıyla (1774), Karadeniz`in bütün kuzey kıyıları gü
venlik altına alındı ve Kırım`ın Rusya`ya bağlanmasıyla
(1783), Kırım hanlarının güneydoğudan gelen akınları
önlenmiş oldu. Böylece, güdülen siyasetin bir bölümü
amacına ulaştı. Devlet görevlilerine ve soylulara dağıtı
lan geniş topraklarla, Rus toprak köleliği sistemi Ukrayna`ya
(1783) ve yeni ele geçirilen topraklara yayıldı.
Bu geniş ve verimli topraklar kısa sürede, gün geçtikçe
büyüyen kent nüfusunu doyurmalarının yanı sıra, tahıl
ürünleri dışsatımı yapmayı da sağladılar.
İmparatorluğun batı yönünde yayılması, Polonya`nın
art arda üç kez paylaşılması (1772-1792-1795)
sonucunda gerçekleşti; bu da Rusya`ya, Polonya`nın
doğu kesimi ile Beyaz Rusya`yı ve eski Litvanya Büyükdüklüğü`nün
topraklarını kazandırdı. Bu yayılmacılık siyaseti,
Rusya`nın ekonomik gücünü artırdığı ve Balkanlarda
dolaylı yoldan bir Rus etkisinin yerleşmesine yol
açtığı gibi, imparatorluğu Batı Avrupa`ya daha çok yaklaştırdı.
Egemenlik altına alınan yeni halkları (UkraynalIlar, PolonyalIlar, Kırım Tatarları, Yahudiler, Estonyalılar, Litvanyalılar,
Letonyalılar, Livonyalılar ve Ballık Almanları)
XVIII. yy`m imparatorluk potası içinde eritmek
amacıyla, bu halkların eski siyaset ve toplumyapılarım
ortadan kaldırma siyaseti benimsendi. Bu baskı siyasetinin
boyunduruk altındaki halklar arasında din, dil ve
kültür açısından ulusal kimliği korumaya yönelik bir direnişe
dönüşmemesi için de, bu halkların özellikle üst
düzeydeki kişileri, askerî ve sivil kuruluşlarda göreve
alındı: Sıradan halk, sırtına bindirilen vergi yükünü ödeme
zorunluluğunu düşünmek dışında zaten başka bir
şey düşünmeye vakit bulamıyordu. XIX. yy`da Avrupa`nın
her yanında ulusçu akımların doğmasından önce,
bu siyaset oldukça iyi işledi.
XVIII. yy`da Rusya`da gelişen önemli bir olay da,
soylu sınıfın Batı kültürünü benimsemesi oldu. Okullar
yaygınlaşırken (Bilimler Akademisi, 1725; Moskova
Üniversitesi, 1755; askerî ve özel eğitim kuruluşları), bilimsel
düşünce ve kültür düzeyi de hızla yükseldi. Bu
süreçte Batı`dan gelen hukuk öğretileri, Rus aydınlarını
derinlemesine etkiledi. Aydınlar arasında gelişen sorumluluk
duygusu, imparatorluk düzenine yönelik ahlaksal
ve toplumsal eleştiri kavramını doğurdu. Batılılaş
ma çabaları, bir yandan da ulusal duyguları harekete geçirerek, Avrupa`yı doğrudan taklit etme, yerine Rus
tarihine eğilme düşüncesini güçlendirdi. Yeni düşünce
akımlarının, siyasal sisteme karşı çıkmaya kayacağından
kaygıya kapılan yönetim, devletin tutumunu eleştiren
yazıların yayınlanmasını yasakladı. Sözgelimi,
1790`da toprak köleliği düzenini yeren bir kitap (Petersburg`dan
Moskova`ya Bir Yolculuk) yazan Aleksandr
Radişçev`in Sibirya`ya sürgün edilmesi, aydınlara
karşı ilerde daha da sertleşecek olan tutumun habercisi
oldu.
İmparatorluğun genişlemesine ve kültür açısından
batılılaşmasına, ekonominin modernleşmesi, eşlik etti.
Bu süreç içinde kurulan kent ve limanlar, çok geçmeden
canlı birerticaret ve kültür merkezine dönüşürken,
Rusya dünyanın başlıca demir, tomruk, gemi yapım gereçleri
ve orman ürünleri üreticileri arasına girdi. Bu
arada, kentleşme hızla gelişirken, toplumsal refah da
gelişmeye başladı. Bu gelişmeleri Yekaterina II başlattı
ve meyvelerini topladı. Şubat 1762`de Petro III, soyluların
devlet hizmeti yükümlülüğünü kaldırmış ve yurt
dışına çıkma kısıtlamalarını tanımış, ama devlet içindeki
konumlarını ve mülklerinin güvenliğini açıkça belirtmemişti.
Soyluların ekonomiyle ilgili alanlara yönelmelerini
özendirmeye çalışan Yekaterina II, topraklarının sı
nırlarını kesin olarak belirleyen genel bir kadastroyla,
soylulara topraklarındaki yerüstü ve yeraltı gelir kaynaklarını
işletme, ürünlerini serbestçe satma hakkı tanı
dı. Ayrıca, Rusya`nın merkezden atanan memurlara,
toprak sahiplerine ve mir adı verilen köy komününe
ve köy işlerini yöneten meclise dayalı yerel yönetim dü
zenlemesinin yetersizliğini görüp, bir reform programı
hazırlayarak (1775), ülke topraklarını guberniya adı
verilen birimlere ayırdı ve bunların yönetimini, doğrudan
imparatorluk adına görev yapan valilerin sorumluluğuna
verdi. Öte yandan, Senato`nun denetim yetkilerinin
genişletilmesi, çeşitli devlet işlerini gören kurulların
(nakazi) başkanlarına daha büyük yetki kazandırılması
ve bir tür hükümet oluşturulması, vb. değişiklikler
de reform programında yeraldı.
Yekaterina II ayrıca, toprak sahibi soyluların ve kentlerin
seçtiği görevlilerin yerel yönetimde belirli ölçüde
söz sahibi olmalarını sağlayan bir sistem de geliştirdi
(1785). Eski yasaları yenilemeye yönelik çalışmaları tamamlanamadıysa
da, başlattığı yol gösterici ilkeler,
Rusya`da XIX. yy`da gerçekleştirilerek reformların temelini
oluşturdu.
XIX. YÜ ZYIL
Aleksandr I (1801-1825). Dengesiz babası Pavel l`in
kısa hükümdarlık döneminden (1796-1801) sonra tahta
çıkan Yekaterina ll`nin torunu Aleksandr I, başlangıç
ta liberal görüşlere yakınlık duydu; ama giriştiği reformlar
bazı yenilikler getirdiyse de, köklü bir değişiklik sağ
layamadı.
Aleksandr l`in barış ortamında gerçekleştirmeye çalıştığı
reformlar, Rusya`nın Napolyon Savaşları`na karış
masıyla kesintiye uğradı. Birbirini izleyen yenilgilerden
sonra Tilsit Antlaşmasıyla (1807) sağlanan barış, Napolyon`un
1812`de Rusya`yı istilaya kalkışması sonucu
bir kez daha bozuldu. Moskova`ya giren Napolyon, sonuçta,
özellikle Rusya`nın korkunç kışının etkisiyle yenilgiye
uğratıldıysa da, gerek bu yenilgi, gerek Finlandiya`nın
Rusya topraklarına katılması ve Kafkasya`ya yayılmanın
başlaması, ülkeye pek bir şey kazandırmadı.
Çünkü savaş, Rusya`nın geniş insan gücünü ve sınırlı mali kaynaklarını tüketmişti. Bu yıpratıcı savaşların ardından
umutsuzluğa düşen Aleksandr I, Avrupa`nın ortak
güvenliği ve hıristiyanlık adına oluşturulan Kutsal İttifak`a
katıldı (1815) ve kendini din işlerine vererek, eski
reformcu eğilimlerini bir yana bırakıp, tutucu, baskıcı
bir rejime yöneldi.
Bu süreçte, her türlü muhalefetin baskı altında tutulduğu
ülkede, çarlık yönetimine karşı gizli örgütlenmeler
yaygınlaştı; özellikle savaş sonrasında, subayların
önderliğinde gizli dernekler kuruldu. Aleksandr l`in
Aralık 1825`te apansızın ölümü üstüne hükümeti devirme
girişiminde bulunuldu. Dekabristler`in düzenlediği
bu başarısız darbe girişimi, Aleksandr`ın yerine geçmiş
olan kardeşi Nikolay l`i çok tedirgin ettiğinden, rejimini
ayakta tutmak için sert önlemler almaya yöneltti.
Nikolay I (1825-1855). Nikolay l`in yönetimi dönemindeki
katı sansür uygulamasına karşın, Rus edebiyatı
Aleksandr Puşkin, Nikolay Gogol, genç Fyodor Dostoyevskiy,
Leo Tolstoy ve İvan Turgenyev gibi yazarların
yapıtlarıyla, altın çağını yaşadı. Bu arada, ağır baskı ve
sansür ortamında, aydınlar arasındaki çeşitli düşünce
akımları, İslavcılık yanlıları ve batılılaşma yanlıları olarak
kutuplaştı. Batı`ya açılmanın sağlam geleneksel yapıyı
bozduğunu ileri süren İslavcılık yanlıları, Rusya`ya özgü
kurumlan ve ortadoksluğu temel alan bir gelişme çizgisinde
kalınmasını istiyorlardı. Batılılaşma yandaşlarıysa,
kökten bir siyasal dönüşümü savunuyor ve otokrasinin
dayanağı olan ortodoks kilisesinin etkisini kırmayı amaç
alıyorlardı.
Nikolay I, okullarda daha özgür bir ortama izin vermesine
karşılık, üniversite öğretimini soylu ve varlıklı ailelerin
çocuklarıyla sınırlandırmaya özen gösterdi. Ama
küçük memur, esnaf ve papazların oluşturduğu orta sı
nıfın çocukları için de meslek okulları ve teknik okullar
açtırdı. Döneminde, bazı kurumlar da çağdaşlaştırıldı.
Mihail Speranskiy`in yasaları biraraya toplama girişimi
sonucunda, bir yasalar bütünü oluşturuldu (1833). Böylece
devlet kendisine hizmet verecek düzenli ve sistemli
biryapıya kavuştu. Demiryollarının yapımına baş
lanıp, para istikrara kavuşturuldu; koruyucu gümrük tarifeleri
uygulandı. Rusya`nın toplum yapısının temel taşı
olan toprak köleliği düzeni, aynı zamanda da tarım
ekonomisine dayalı ülkenin geri kalmışlığının başlıca
kaynağıydı. Ama Nikolav I, bu durumun farkında olmasına
karşın, soyluların tepkisinden çekindiği ve bir yö
netim boşluğunun doğmasından korktuğu için, bu dü
zene dokunmaya yanaşmadı. Çarlık bürokrasisinin kırsal
alanda uygulayabildiği tek reform, toprakları eken
köylülerle ilgili bir bakanlığın kurulması oldu. Volostadı
verilen birimler çerçevesinde köylüleri örgütleyen bu
bakanlık, tarım ve eğitimin geliştirilmesinde bir ölçüde
başarıya ulaştı.
Nikolay I yönetiminin çekingenliği, yalnızca bir köylü
ayaklanmasından duyulan korkuya ve soylulara karşı
duyulan güvensizliğe değil, aynı zamanda izlenen uluslararası
siyasetlere de dayanıyordu. Nikolay l`in hü
kümdarlık döneminin büyük bölümü barış içinde geç
tiyse de, Rusya, Yunanistan`ın bağımsızlığını destekledi
(1828-1829)ve Karadeniz`de Türk gücünün kırılmasında
önemli rol oynadı. Nikolay I ayrıca, Polonya`daki
halk ayaklanmasını bastırdıktan (1831-1833) sonra, Macar ayaklanmasını (1848-1849) bastırması için
Avusturya`nın yardımına koşunca, `Avrupa`nın jandarması`
diye nitelendirildi. İmparatorluk bu arada Amur
ırmağının ötelerine, Uzakdoğu`ya doğru da genişledi.
Ama, `Avrupa`nın jandarması` unvanıyla bir büyüklük
duygusuna kapılan Nikoloy I, Kudüs`teki kutsaİ emanetlerin
yeterince korunmadığını ileri sürerek, Avrupa`nın
`hasta adamı` sayılan Osmanlı İmparatorlu-
ğu`na savaş açtı. Kırım Savaşı`nda (1853-1856) Osmanlı
Imparatorluğu`nu kolayca alt edeceğini sandıysa da,
önce eski dostları İngilizler ve Fransızları, sonra da Sardinya
ve Avusturya kuwetlerini, yanında değil, karşı
sında buldu. Sivastopol`ün bir yıl savunulduktan sonra,
Türkler ve müttefikleri tarafından ele geçirilmesi, uçsuz
bucaksız imparatorluğun zayıflığını ve geri kalmışlığını
açıkça ortaya koydu. Sivastopol`ün düşmesi (1855) üstüne
üzüntüden ölen Nikolay l`in yerine geçen oğlu
Aleksandr II, Rusya için ağır koşullar içeren Paris Antlaş
masını (1856) imzalamak zorunda kaldı: Antlaşma,
Rus savaş gemilerinin Karadeniz`e çıkmasını yasaklı
yordu.
Aleksandr II (1855-1881) ve toprak köleliğinin kaldırılması.
Rusya`yı ileri Batı ülkelerinin düzeyine çıkarmak
için köklü reformlar yapılması gerektiğini anlayan Aleksandr
II, toprak sahiplerinin sert muhalefetini bazı
ödünlerle yumuşatarak, 3 Mart 1861 `de toprak köleli
ğini kaldıran bir kararname yayınladı. Bu kararnameyle
20 milyon köylü özgürlüğe kavuşturulurken, eski toprak
kölelerine (mujikler), uzun vadeli bir ödeme programı
çerçevesinde, belirli ölçüde toprak dağıtıldı. Ancak,
toprak sahibi geniş bir köylü sınıfı yaratma çabaları,
toprak sahiplerine verilen yüklü tazminatları karşılamak
amacıyla köylülerin ağır bir borç altına sokulması yü
zünden, birçok bölgede köylülerin verilen toprakları
yeniden ellerinden çıkarma zorunda kalmaları nedeniyle
başarısızlığa uğradı. Öte yandan, toprak sahiplerinin
ekonomik dayanaklarının zayıflaması sonucunda,
derebeylik düzeninde hızlı bir çözülme süreci başladı.
Toprak köleliğinin kaldırılmasını üç reform daha izledi.
Bunların birincisi, 1864`te zemstvo adı verilen yerel
yönetim meclislerinin oluşturulmasıydı. Üyeleri seçimle
belirlenen zemstvolara sınırlı ölçüde vergi toplama,
eğitim, sağlık, yol vapımı ve öbür yerel işlerle uğraşma
yetkisi tanındı. İkinci önemli reform, yargı alanında yapılan
geniş kapsamlı bir reformla jürili mahkemelerin,
bağımsız yargıçların, mesleğinde uzman avukatların
yeraldığı düzenli ve çağdaş bir yargı sisteminin kurulması
oldu. 1874`te de zorunlu askerlik hizmetiyle birlikte
ordunun modernleştirilmesi yolunda önemli
adımlar atılması, üçüncü önemli reform oldu. Topluca
ele alındıklarında, bu reformlar Rusya`nın toprak köleli
ğine dayalı geleneksel toplumsal-ekonomik sisteminin
sonunu belirledi ve ülke, sanayileşme güdüsüyle, kapitalizme
doğru hızla ilerlemeye başladı. Üstelik, toprak
köleliğinin kaldırılmasıyla birlikte, toprak sahiplerinin
yerel yönetim üstündeki ağırlığı da ortadan kaldırılmış
tı: Daha önce toprak sahiplerinin seçtikleri yerel yöneticilerin
merkezden atanması ilkesinin getirilmesi; kökeni
çok eskiye dayanan köy komünü sisteminin, devlet
adına vergi toplamayı sağlayan bir kurum olarak yeniden
düzenlenmesi.
Ne var ki, reform çalışmalarının yürütülmesi, dış ve iç
olaylar yüzünden bazen durakladı, bazen de geri bırakıldı.
Dışta, Polonya`da patlak veren 1863-1864 ayaklanması
güçlükle bastırıldıktan sonra, yönetimde tutucular
ağırlık kazandı. Bu süreçte reformların hızı iyice
yavaşlatıldı ve kentlerde sınırlı seçime dayalı belediye örgütlerinin kurulmasıyla yetinildi. Liberal çevrelerin
temsilî bir yönetim oluşturulması doğrultusundaki isteklerine
sertlikle, karşı çıkılarak, kurulu düzeni koruma
yoluna gidildi. Modernleştirilen orduysa, 1877-1878
Türk-Rus Savaşı`nda başarı kazanarak, Yeşilköy`e kadar
ilerledi. Ama Balkanlar`da Rus etkisini önemli ölçü
de artıran Ayastefanos Antlaşmasının, daha sonra
1878 Berlin Kongresi`nde yumuşatılması, Rusya`da düş
kırıklığına ve Batı`ya karşı tepkiler doğmasına yol açtı.
İçte, 1860 yıllarının radikal üniversite öğrencileri ve
Nikolay Çernişevskiy gibi nihilist muhaliflerin sert eleştirileri,
devrimci bir hareketin gelişmesine gerekli ortamı
hazırladı. Devrimci hareketin Avrupa`daki sosyalist
akımlardan da etkilenmesi sonucu, `Narodnikler`
(halkçılar) adı verilen öğrenci gençler, 1874-1876`da,
siyasal propaganda yoluyla köylüleri ayaklandırmaya
yöneldiler. Bu olayları izleyen yaygın tutuklama ve sürgünler,
hareketin daha da köklenerek yeraltına inmesine
yol açtı. Sonuçta terör eylemlerine başvurmaya baş
layan örgütün, 1879`da ikiye bölünmesi üstüne, `Narodnaya
Volya` (Halkın İradesi) adını alan şiddet yanlısı
kanat, imparatorun öldürülmesi kararı verdi. Birkaç ba
şarısız girişimden sonra, 13 Mart 1881 `de bombalı bir
suikast sonucunda, Aleksandr II öldürüldü.
Aleksandr III (1881-1894). Aleksandr ll`nin öldürülmesi,
oğlu Aleksandr lll`ün tutucu ve baskıcı yönetimini
başlattı. Ama reformların ve hızla gelişen toplumsalekonomik
değişikliklerin ilerleyişini durdurmak artık
olanaksızlaşmıştı. Ekonomik gelişmenin yarattığı yeni
toplumsal güçler, modernleşme ve liberalleşme yolunda
itici mekanizmanın önderliğini üstlendiler. Öte yandan,
mutlakıyetçi geleneğinden vazgeçmek niyetinde
olmayan hükümet, bütün bu gelişmeleri engellemeye
çalıştı. 1891`de başgösteren kıtlık yüzünden günden
güne ciddileşen tarım bunalımı, etkin çevreleri, yalnızca
eleştiriden, sert bir muhalefete yöneltti. Bu arada,
maliye bakanı Sergey Vitte (1892-1903) tarafından yü
rütülen hızlı sanayileşme çabaları, işçi ayaklanmalarını,
kırsal kesimin yoksullaşmasını ve iş çevrelerinin küskünlüğünü
büyük ölçüde körükledi. Bunun başlıca nedenleri,
devletin tarımı gözardı etmesi, ağır borç yükü,
temel gereksinme maddelerinden alınan ağır vergiler,
üretim araç ve teknolojisinin eskiliği yüzünden verimlilik
düzeyinin düşmesiydi. Çoğunlukla kırsal kesimden
kopup gelen köylülerin oluşturduğu işçiler arasında,
ücretlerin düşüklüğü, çalışma saatlerinin uzunluğu, barındıkları
konutların derme çatmalığı, tepkilere yol açtı
ve gün geçtikçe yaygınlaşan grevler başladı.
Yayılmacılık ve Rus ulusçuluğu. Nikolay I döneminde
Kafkasya`nın işgal edilmesi sırasında, kendilerini savunmak
için gerilla taktikleri kullanan dağlı halklara (Çerkezler, Abazalar, Çeçenler, İnguşlar, vb.) karşı uzun ve
güç askerî harekâtlar yürütmek gerekmişti. Aleksandr II
döneminde, Orta Asya`nın bağımsız ya da özerk müslüman
hanlıkları askerî girişimler sonunda Rus denetimi
altına alınmış ve bir sömürü alanına dönüştürülmüştü.
Özellikle müslümanlar arasında ekonomi ve kültür bakımından
daha gelişmiş bir düzeyde bulunan Tatarlara,
yoğun bir ruslaştırma siyaseti uygulanmıştı. İmparatorluğun
güney ve güneydoğu yönünde genişlemesinde
de buna paralel bir siyaset uygulayan Sibirya genel valisi
Nikolay Muraviyev, Çin`i bir dizi antlaşma (Aygun
Antlaşması, 1858) imzalamaya zorlayarak, Amur ırma
ğı vadisi gibi önemli köprübaşlarını ele geçirip, Büyük
Ökyanus kıyılarını Rusların yerleşmesine açmıştı. Bu
arada, 1860 yıllarında Türkistan`da başlayan Rus yayılması,
1880 yıllarında Hazar denizinin doğu kıyısındaki
Türkmen topraklarına dayandı. Böylece topraklarını giderek
genişleten Rusya, yeni ele geçirdiği topraklara ve
halklarına karşı (XIX. yy. başlarında ele geçirilmiş olan
Gürcistan dışında) tam bir sömürgeci yaklaşımı geliştirdi.
Ordunun da katılımı ve yardımlarıyla, yerli halklara
karşı baskıcı bir yönetim ve toplumsal-ekonomik ayrım
uygulandı.
Rusya`nın ulusal kimliği konusunda 1830 yıllarında
başlayan islavcılar ile batılılaşma yanlıları arasındaki tartışmalar
da, kuşkusuz, Rus uluşçuluğu duygularının daha
düşmanca birtavırtakınmasına önemli ölçüde katkı
da bulundu. Polonya`da 1863 ayaklanmasının bastırılmasından
ve 1877-1878 Türk-Rus Savaşı`ndan sonra
başlatılan ruslaştırma siyaseti, Ukrayna`daki benzer uygulamaların
ardından, 1890 yıllarında genel bir uygulama
niteliği aldı. Bütün gücünü hükümetten alan ve O rtodoksluğu
kabul ettirme çabalarıyla atbaşı giden bu siyasetin
yürütülmesinde, Rus ortodoks kilisesi de önemli
rol oynadı. Ruslaştırmanın başlıca hedeflerinden biri
olan Baltık bölgesinde, yerel halkların.Alman toprak sahiplerine
duyduğu tepki, dil, eğitim ve kültür alanlarında
Alman etkisinin yok edilmesini kolaylaştırdı. Buna
karşılık, Ortodoksluğu zorla benimsetme çabaları sonuçsuz
kaldı. Kafkasya ve Finlandiya`daki ruslaştırma
girişimleriyse, etkili bir pasif direnişle karşılaştı.
Ruslaştırmanın bütün şiddetiyle sürdüğü Aleksandr III döneminde, Yahudilere yönelik ayrımcı uygulamalarda
doruğuna ulaştı. Çarlık hükümetinin kışkırtmasıyla
alevlenen pogromlar (Yahudilere toplu saldırılar; Bk.
POGROM), Rus halkının yönetimden duyduğu hoşnutsuzluğu
başka yönlere çekmek için de kullanıldı. Yüz
binlerce Yahudi Batı Avrupa`ya ve ABD`ye göçmek zorunda
kaldı.
Bu siyasetler Aleksandr`ın oğlu Nikolay II döneminde
de aynı biçimde sürüp gitti.
Nikolay II (1894-1917). Babasının yerine tahta çıkan
(1894) Nikolay II, toplumun siyasal ve toplumsal reformlar
yapılacağı konusunda umutlarını kısa sürede
söndürdü. Gün geçtikçe kötüleşen toplumsal durumdan
dikkatleri başka yerlere çekmek ve yeniden canlanan
devrimci eylemleri etkisizleştirebilmek için, hükü
met Uzakdoğu`da yayılmacı serüvenlere girişti ve RusJapon
Savaşı`nı (1904-1905) başlattı. Japonlar karşısında
hem karada, hem denizde alınan yenilgiler sonunda,
savaşın Rusya için ağır koşullartaşıyan bir barışla sonuçlanması
(Bk. RUS-JAPON SAVAŞI), çarlık rejimine
içten içe duyulan hoşnutsuzluğun açığa çıkmasına yol
açtı. Yaygın grev ve protesto hareketlerinin ardından,
Petersburg`da gösterici işçilere ateş açılmasıyla yaşanan
Kanlı Pazar (22 Ocak 1905), 1905 Devrimi`nin kı
vılcımını oluşturdu. İşçi grevleri, sokak çatışmaları, köylü
eylemleri, denizci askerlerin ayaklanmaları (en
önemlisi Haziran 1905`te Odesa`da Potemkin zırhlısında
başlatılan ayaklanmadır) biçiminde gelişen genel
ayaklanma, özellikle azınlıkların yaşadığı bölgelerde
hızla yayıldı. Ekim 1905`te başlayan demiryolu grevinin
ülke genelinde vavgınlaşarak genel bir greve dönüşmesi
sonucu, güç durumda kalan Nikolay II, Ekim Manifestosunu
yayınlayarak, ülkenin bir anayasayla ve seçimle
işbaşına gelecek temsilî yasama gücü olan duma`yla
yönetilemesine izin vermek zorunda kaldı. Başbakanlı
ğa getirilen Pyotr Stolıynin (1906), bir yandan baskıcı
yöntemlere başvururken, bir yandan da köylülerin durumunu
düzeltmek için göstermelik toprak reformları
yaptı ve sonunda öldürüldü (1911).
Yeni siyasal değişiklik, Rusya`nın sanat ve kültürdeki
yaratıcılığına önemli katkılarda bulundu. `Gümüş Çağ`
diye adlandırılan bu patlama, 1914`te Birinci Dünya Savaşı`nın
başlamasına kadar sürdü. 1860 yıllarında N. İ.
Lobaçevskiy ve D. İ. Mendeleyev gibi ünlü Rus bilim
.^damları, Batı`da tam anlamıyla tanınmışlardı. XX. yy`ın
ilk 20 yılında Rusya, bilim ve feisefe alanlarında ön sıralarda
yeraldı; Rus bilim adamları kimya, havacılık, dil
bilgisi, tarih, arkeoloji, istatistik gibi alanlarda da dünya
ölçeğinde ün saldılar. Bu arada dinsel rönesansla birlikte,
Rus felsefesinin N. A. Berdyayev, N. O. Losski
(1870-1965), L. Şestov (1866-1938), vb. varoluşçuluk
okulunu geliştiren öncü kişileri de ortaya çıktı.
Gümüş Çağ, özellikle sanat alanında olağanüstü yaratıcı
patlamalara tanık oldu. Besteci İgor Stravinskiy,
bale emprezaryosu Serge de Diaghilev ve ressam Wassily
Kandinsky, vb. sanatçıların, Birinci Dünya Savaşı
öncesinde ve sonrasında öncü modernizm akımının
ortaya çıkışında güçlü etkileri oldu.
Dışta, Asya`da Japonya`yla çatışmaya son vermiş
olan Rusya, 1906`dan sonra Balkanlar`da etkisini artırmak
için, Osmanlı İmparatorluğu`na ve Avusturya-Macaristan`a
karşı yoğun bir savaşıma girişti. Balkanlar`da
ortamın gün geçtikçe kızışmasından ve Balkan Sava
şandan sonra Birinci Dünya Savaşı patlak verince, Rusya,
İngiltere ve Fransa`nın yanında savaşa katıldı. OsmanlI
Imparatorluğu`nun da bir süre sonra Almanya ve
Avusturya`nın yanında savaşa girmesi üstüne, Kafkasya`da
yeni bir cephe açmak zorunda kalan ve Boğazlar`ın
açık olmasına bağlı askerî ikmal desteğini büyük
ölçüde yitiren Rusya, büyük bir silah ve cephane sıkıntı
sı çekmeye başlayınca, orduları batıda birbirini izleyen
ağır yenilgilere uğradı. Savaşın getirdiği yıkım, ekonomik
durumun hızla bozulmasına ve çarlık yönetimine
duyulan hoşnutsuzluğun şiddetlenmesine yol açtı. Petrograd`da(Petersburg)
ve öbür kentlerde yayılan grevler
ve sokak gösterileri, çarlık subaylarının buyruklarını
dinlemeyen askerî birliklerin de bu eylemlere katılmaları
üstüne büyük bir ayaklanmaya dönüştü. Ayaklanmacılar
tarafından Pskov`da kuşatılan Nikolay ll`nin 15
Mart 1917`de (eski Rus takvimine göre şubat) tahttan
çekilmesi sonucunda, çarlık rejimi yıkıldı.
1917 Rus Devrimi. Şubat Devrimi`yle çarın tahttan çekilmesinin
ardından, Duma, önce prens Georgiy
Lvov`un (1861-1925), daha sonra da Aleksandr Kerenskiy`in
başkanlığında geçici bir hükümet kurdu. Çetin
sorunlarla karşı karşıya gelen hükümet, gün geçtikçe
tutumunu sertleştiren İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti`nin
meydan okumalarıyla başa çıkamaz ve isteklerini
yerine getiremez oldu. Sonuçta, genel barış beklentisinin
tersine, savaşı sürdürmeye yönelik hazırlıklara giri
şilmesi, işçilerin fabrikaları işgal etmelerine, askerlerin
kitle halinde cepheden kaçmalarına, köylülerin topraklara
el koymalarına, Rus olmayan ulusların da bağımsızlık
doğrultusunda adımlar atmalarına yol açtı. Bu ortamda
geniş kitleleri etkileyen Bolşevikler, Kasım
1917`de Finlandiya`dan dönmüş olan Vladimir İlyiç Lenin`in
önderliğinde, geçici hükümeti devirerek iktidarı
ele geçirdiler. Böylecel 917 RusDevrimi`nin ikinci aşaması
olan Ekim Devrimi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği`nin kurulmasıyla sonuçlandı. (Ayrıca Bk. RUS
DEVRİMİ, 1917; SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER
BİRLİĞİ.)