Roman Dmowski
PolonyalI siyasetçi (Varşova 1864-Drozdovo 1939). Gizli örgüt `Ulusal Birlik`in kurucuları arasında yer alan Roman Dmowski, tutuklanarak, Mitau`ya sürüldü; ama Galiçya`ya kaçıp, gazetecilik yaptı. Bağımsız Polonya devletini kurmak ve halkı örgütlemek için, J. L. Poplawski ve Z. Balickf`yle birlikte Ulusal Demokratik Parti`yi kurup (1897), Birinci Dünya Savaşı sırasında, Polonya`nın haklarını savunmaya çalıştı. Paris`te Ulusal Polonya Komitesi`ni kurup (Ağustos 1917), Paris Barış Konferansı`nda ve Versailles Antlaşması sırasında Polonya temsilciliği yaptı. Diyet meclisinde milletvekilliğine seçilip (1919-1921), Dışişleri bakanlığına getirilerek (1923), Mareşal Pilsudski`nin askerî hükümet darbesinden (1926) sonra, Pilsudski`nin ve sosyalistlerin görüş lerini benimsemeyen Büyük Polonya Hareketi`ni kurdu. Siyasetle ilgili .
“PolonyalI siyasetçi (Varşova 1864-Drozdovo 1939). Gizli örgüt `Ulusal Birlik`in kurucuları arasında yer alan Roman Dmowski, tutuklanarak, Mitau`ya sürüldü; ama Galiçya`ya kaçıp, gazetecilik “
PolonyalI siyasetçi (Varşova 1864-Drozdovo 1939).
PolonyalI siyasetçi (Varşova 1864-Drozdovo 1939). Gizli örgüt `Ulusal Birlik`in kurucuları arasında yer alan Roman Dmowski, tutuklanarak, Mitau`ya sürüldü; ama Galiçya`ya kaçıp, gazetecilik yaptı. Bağımsız Polonya devletini kurmak ve halkı örgütlemek için, J. L. Poplawski ve Z. Balickf`yle birlikte Ulusal Demokratik Parti`yi kurup (1897), Birinci Dünya Savaşı sırasında, Polonya`nın haklarını savunmaya çalıştı. Paris`te Ulusal Polonya Komitesi`ni kurup (Ağustos 1917), Paris Barış Konferansı`nda ve Versailles Antlaşması sırasında Polonya temsilciliği yaptı. Diyet meclisinde milletvekilliğine seçilip (1919-1921), Dışişleri bakanlığına getirilerek (1923), Mareşal Pilsudski`nin askerî hükümet darbesinden (1926) sonra, Pilsudski`nin ve sosyalistlerin görüş lerini benimsemeyen Büyük Polonya Hareketi`ni kurdu. Siyasetle ilgili birçok kitap yazdı.
Giulio Romano
İspanyol mimarı ve ressamı (Roma 1499-Mantova 1546). Öğrencisi olduğu Raffaello`nun üslubunu benimseyen Giulio Romano (asıl adı Giulio Pippi`dir), ustasının ölümüne (1520) kadar Roma`daki çalışmalarına yardımcı oldu. Raffaelo`nun başlamış olduğu birçok yapıtı (Vatikan`da Borgo Yangını, Ostia Savaşı, vb.) tamamlayıp, 1524`te Federigo II Gonzago tarafından Mantova`ya çağrıldı. Başyapıtı sayılan Te sarayını ger çekleştirip (1527-1534), dış cephesinde manierismoculuğun ilk örnekleri sayılan süslemeler yaptı. İç süslemelerde de büyük başarı sağlayıp (Giganti salonundaki İupiter`i devlerle savaşırken canlandıran sahneler, vb.), Federigo ölünce de Mantova`da kalarak kardinal Ercole Gonzago`nun hizmetinde çalıştı ve Mantova katedralini yeniden yapmasının yanı sıra, kendisi ve aile üyeleri için manierismocu .
“İspanyol mimarı ve ressamı (Roma 1499-Mantova 1546). Öğrencisi olduğu Raffaello`nun üslubunu benimseyen Giulio Romano (asıl adı Giulio Pippi`dir), ustasının ölümüne (1520) kadar Roma`daki “
İspanyol mimarı ve ressamı (Roma 1499-Mantova 1546).
İspanyol mimarı ve ressamı (Roma 1499-Mantova 1546). Öğrencisi olduğu Raffaello`nun üslubunu benimseyen Giulio Romano (asıl adı Giulio Pippi`dir), ustasının ölümüne (1520) kadar Roma`daki çalışmalarına yardımcı oldu. Raffaelo`nun başlamış olduğu birçok yapıtı (Vatikan`da Borgo Yangını, Ostia Savaşı, vb.) tamamlayıp, 1524`te Federigo II Gonzago tarafından Mantova`ya çağrıldı. Başyapıtı sayılan Te sarayını ger çekleştirip (1527-1534), dış cephesinde manierismoculuğun ilk örnekleri sayılan süslemeler yaptı. İç süslemelerde de büyük başarı sağlayıp (Giganti salonundaki İupiter`i devlerle savaşırken canlandıran sahneler, vb.), Federigo ölünce de Mantova`da kalarak kardinal Ercole Gonzago`nun hizmetinde çalıştı ve Mantova katedralini yeniden yapmasının yanı sıra, kendisi ve aile üyeleri için manierismocu üsluplu konaklar gerçekleştirdi.
Roman Jakobson
.
“Rus asıllı ABD`li dilbilimci (Moskova 1896-Boston 1982). Moskova`da öğrenim gören Roman Jakobson, 1920`de Prag`a yerleşip, İslav dillerinin karşılaştırmalı ses bilgisi üstünde çalıştı. “
Rus asıllı ABD`li dilbilimci (Moskova 1896-Boston
Rus asıllı ABD`li dilbilimci (Moskova 1896-Boston 1982). Moskova`da öğrenim gören Roman Jakobson, 1920`de Prag`a yerleşip, İslav dillerinin karşılaştırmalı ses bilgisi üstünde çalıştı. Prag Dilbilim Çevresi`nin kuruluşuna katkıda bulunup, ikinci başkanlığını yaptı. 1938`de Danimarka`ya, daha sonra Norveç`e ve ABD`ye göçerek, New York Üniversitesi`nde, FJarvard Üniversitesinde ve Massachusetts Teknoloji Enstitü- sü`nde ders verdi ve dilbilimin bütün dallarında kitaplar yayınladı. Çalışmalarının büyük bölümü altı ciltlik 5elected Writings{Seçme Yazılar, 1962-1978) adlı kitapta toplandı.
çizgi roman
.
““
Bk. KARİKATÜR.
roman
Yaşamda olmuş ya da olma olasılığı bulunan olayları, gerçeğe uygun bir biçimde anlatan, farklı uzunlukta düzyazı bir anlatıdan oluşan edebiyat türü. Roman, insan yaşamının, genel olarak da yaşamın, gözlenen ya da tasarlanan bir yönünü ortaya koyar; `kurmaca` bir yapısı vardır. Romancı, dış dünyadan edindiği gözlem ve izlenimleri olduğu gibi yansıtmaz; gözlediği olayları kendi öznel gerçekliği içinde yeniden yaratır ve bir dü zene sokar; bazı tiplere farklı özellikler ekler; bazı yeni tipler yaratır. Romanı gezi, anı, tarih gibi türlerden ayı ran, bu kurmaca yapısıdır. Roman, anlatı türleri arasında özgürlüğü en geniş olan türdür. Roman, yazmanın belirli ve kesin kuralları yoktur; her romancı romanını oluştururken kendi kurallarım da koyar. Bununla birlikte bütün romanlarda gö rülen bazı ortak .
“Yaşamda olmuş ya da olma olasılığı bulunan olayları, gerçeğe uygun bir biçimde anlatan, farklı uzunlukta düzyazı bir anlatıdan oluşan edebiyat türü. Roman, insan yaşamının, genel “
Yaşamda olmuş ya da olma olasılığı bulunan olayları,
Yaşamda olmuş ya da olma olasılığı bulunan olayları,
gerçeğe uygun bir biçimde anlatan, farklı uzunlukta
düzyazı bir anlatıdan oluşan edebiyat türü. Roman, insan
yaşamının, genel olarak da yaşamın, gözlenen ya
da tasarlanan bir yönünü ortaya koyar; `kurmaca` bir
yapısı vardır. Romancı, dış dünyadan edindiği gözlem
ve izlenimleri olduğu gibi yansıtmaz; gözlediği olayları
kendi öznel gerçekliği içinde yeniden yaratır ve bir dü
zene sokar; bazı tiplere farklı özellikler ekler; bazı yeni tipler yaratır. Romanı gezi, anı, tarih gibi türlerden ayı
ran, bu kurmaca yapısıdır.
Roman, anlatı türleri arasında özgürlüğü en geniş
olan türdür. Roman, yazmanın belirli ve kesin kuralları
yoktur; her romancı romanını oluştururken kendi kurallarım
da koyar. Bununla birlikte bütün romanlarda gö
rülen bazı ortak özellikler vardır: Olaylar, tipler, konuş
malar, betimlemeler, çözümlemeler, vb.
Romancı gördüğü bir olayı ya da tipi, yaşamdaki herhangi bir ayrıntıyı ya da başka bir şeyi, konu olarak se
çebilir. Romanlarda işlenen konular kabaca üç grupta
toplanabilir: Bireysel konular (aşklar, acılar, umutsuzluklar,
iç çatışmaları, vb.); toplumsal-ulusal konular
(toprak sorunu, gecekondu sorunu, kan davası, yabancılaşma,
bağımsızlık savaşı, vb.); evrensel konular (insan
hakları, savaşlar, barış, vb.).
Çağdaş romanlarda, toplumun hemen her kesiminden
gelen insanlar (siyasetçiler, bilim adamları, işçiler,
köylüler, memurlar, çocuklar, vb.), toplumsal konumları
ve bireysel yapılarıyla birlikte anlatılır. Romancı,
olayların gelişmesiyle bağlantılı olarak, tiplerin dış görü
nüşlerini çizer; olayların ve ilişkilerinin toplumsal konumunda,
özellikle de ruhsal yapısında oluşturduğu de
ğişmeleri ayrıntılı bir biçimde anlatmaya çalışır.
Romanlarda olaylar, belirli yerlerde, belirli bir zaman
içinde gelişir. Yer ve zaman öğesi, hem romanın
gelişmesine bir taban ve boyut getirir, hem de gerçek
yaşamla olan bağlantısını korur. Bazı romanlarda olaylar,
geniş bir uzam içine yayılırken, bazı romanlarda dar
uzam içinde, ayrıntılarda yoğunlaşır. Yer öğesi, olayların
gelişme çizgisinde ve tiplerin toplumsal konumuyla
birlikte verilmesinde önemli rol oynar. Ayrıca, bazı romanlarda
olaylargeniş birzaman içinde gelişir; bazı romanlarsa,
bir günde, hattâ daha kısa bir sürede tamamlanır;
bu ikinci tür romanlarda, `geriye dönüş`lere (geç
mişe dönüşlere) başvurulur.
Romanlarda olayların yer ve zamana bağlı olarak anlatılışı
sırasında, konuşmalar da yeralır. Konuşmalar, iki
biçimde olabilir: `Karşılıklı konuşmalar`; `iç konuşmalar`.
Roman kişileri arasında iletişimi kuran, romanın
akışını sağlayan karşılıklı konuşmalar, bazen monologa
dönüşür. Özellikle bilinçakışı romanlarında görülen `iç
konuşmalar`, olayları bir kişinin (roman kahramanının)
izlenimleri olarak sunmaları ve bu kişinin ruhsal açılımlarını
sergilemeleri yönünden önem taşırlar.
Romanlarda yer yer betimlemelere de raslanır. Romancı,
kişilerini doğal ve toplumsal çevreleriyle birlikte
vermeyi amaç aldığı için, olayların geçtiği yerleri (doğa
parçası, kent, ev içi, vb.) ya da kişilerin ilişkide bulundu
ğu eşyaları, romanın uygun yerlerinde kişilere ya da
olaylara bağlı olarak betimler. Olayların akışı içinde ki
şilerin ruhsal yapılarında ortaya çıkan değişme ve
gelişmeleri de göz önünde bulunduran romancı, yer
yer ruhsal çözümlemelere de başvurur.
Romanlar genel olarak üç bölümden oluşur: Serim
(yapıtın baş bölümüdür; J olayın ve! kişilerin niteliği belirtilir);
düğüm (olaylar gelişir ve meraklı bir hale gelir);
çözüm (olaylar bu son bölümde bir çözüme bağlanır).
Bu bölümleme bütün romanlarda görülmez; bazı romanlarda
serim yoktur; bazılarında da olaylar kesin bir
çözüme bağlanmayabilir.
Romanlar farklı biçimlerde sınıflandırılabilir: Romancının
amacına göre (artistik roman, tezli roman,
gülmece romanı); türüne göre (yaşamöyküsü;romanı,
özyaşamöyküsü romanı, anı romanı, mektup romanı);
edebiyat akımlarına göre (gerçekçi roman, doğalcı roman,
gerçeküstücü roman, toplumcu-gerçekçi roman);
konularına göre (ezgotik roman, aşk romanı, töre
romanı, tarihsel roman, polisiye roman, köy romanı,
halk romanı,Isiyasal roman, psikolojik roman). Ayrıca,
belirli bir tarihsel dönemi çözümlemeli bir biçimde
farklı sayıda romanda anlatan ırmak (nehir)-roman, somut
bilgilere dayanılarak oluşturulan belgesel roman,
bilimsel verilerden yola çıkıp, gelecekte ne gibi geliş
meler olabileceğini varsayımlar halinde ortaya koyan
kurgubilim romanı gibi roman türleri de vardır.
Romancı, olayların anlatımında farklı yötemler uygular.
Bazı romanlarda üçüncü tekil anlatım, bazı romanlarda
birinci tekil anlatım (roman kahramanının ağ
zından) kullanılır. Bazı romanlarsa anı, mektup, günlük
tekniğiyle yazılır.
Romanlarda olayların sıralanışında da farklı uygulamalar
gözlenir. Bazı romanlarda olaylar, oluş sırasına
göre dizilir; bazı romanlarda olayların sondan başa
doğru anlatıldığı görülür; bazı romanlardaysa, olayların
akış sırası ile geriye dönüşler arasında bir bakışım gözetilir.
Romanlarda neyin anlatıldığından çok, nasıl anlatıldığı
önemlidir. Roman, bir bilim kitabı olmadığı için, sorunlara
çözüm getirmez; bununla birlikte, özellikle tezli
romanlarda, belirli bir çözüm önerisi bulunur. Romancı
kendi öznel gerçekliği içinde olayları, tipleri, ayrıntıları
belirli bir dünya görüşü çerçevesinde, belirli bir
bakış açısından, kendine özgü bir anlatım tekniğiyle anlatmakla
yetinir. Özellikle çağdaş romanlarda, romanın
neyi anlatmak istediği, okurun yorumuna bırakılmaktadır.
Dünya edebiyatında roman. En eski anlatı türü olan destanın
yerini, sonraki dönemlerde halk öyküsü ve masal
aşamalarından geçtikten sonra, öykü ve roman almıştır.
`Roman` terimi Roma İmparatorluğu`ndakf halkların kullandığı bozulmuş Latince`ye (Roman dilleri) verilen
addan kaynaklanır. Roman dilleriyle yazılmış ilk destan
ve halk öykülerine `roman` adı verilmiş, bu terim sonradan
belirli bir anlatı türünün adı olmuştur. XVIII. yy`ın
başlarında bağımsız bir edebiyat türü haline gelen roman,
bütün dünya edebiyatlarında yaygınlaşmıştır.
Farklı çağlarda ortaya çıkan sanat akımları romanı da etkilemiş,
bu sanat akımlarının genel ilkelerine uygun romanlar
yazılmıştır.
Dünya edebiyatında roman dalında ün yapan yazarların
başlıcaları şunlardır: İngiliz edebiyatında Samuel
Richardson, Henry Fielding, Jane Austen, Charles Dickens,
Bronte kardeşler, Henry James, James Joyce,
Graham Greene, Aldous Leonard Huxley, Somerset
William Maugham, Virginia Woolf, vb.; Fransız edebiyatında
Victor Hugo, Stendhal, Honore de Balzac,
Gustave Flaubert, Guy de Maupassant, Marcel Proust,
Andre Malraux, Andre Gide, Andre Maurois, Henry
Troyat,Aiain Robbe-Grillet, Saint-Exupery, J. Paul Sartre,
George Simenon, vb.; Rus edebiyatında Gogol,
Gonçarov, Turgenyev, Dostoyevski, Tolstoy, Gorkiy,
Ehrenburg, Şolohov, Soljenitsin, Pasternak, Simonov,
vb.; ABD edebiyatında Herman Melville, Mark Twain,
Jack London, William Faulkner, Ernest Hemingway,
John Steinbeck, Henry Miller, Pearl Buck, William
Saroyan, vb.; Alman edebiyatında Heinrich Mann,
Thomas Mann, Erich Maria Remargue, vb.; İtalyan
edebiyatında Alberto Moravia; çağdaş Yunan edebiyatında
Nikos Kazancakis; Avusturya edebiyatında Stefan
Zweig, Franz Kat`ka; Yugoslav edebiyatında İvo Andriç;
Polonya edebiyatında Jerzy Andrezejewski; Norveç
edebiyatında Knut Hamsun; İsveç edebiyatında August Strindberg; Romen edebiyatında Panait İstrati; Japon
edebiyatında Yasunari Kavabata; Guatemala edebiyatında
Miguel Angel Asturias; çağdaş Kırgız edebiyatında
Cengiz Aytmatov; vb.
Türk edebiyatında roman. Türk edebiyatına roman,
XIX. yy`da çeviri yoluyla (Fenelon, Victor Hugo, Daniel
Det’oe, Chateaubriand, Swit’t, Lamartine, Emile Zola,
vb. romancılardan yapılan çeviriler) girdi. Tanzimat dö
neminde ilk yerli örnekleri verilen roman, özellikle romantizm
akımının etkisindeydi (Namık Kemal, Ahmet
Mithat Efendi). Genellikle ahlâkçı bir tutum alan bu dö
nem romancıları, tutsaklık, görücü usulüyle evlenme,
çarpık batılılaşma gibi konuları işlediler; Samipaşazade
Sezai, Mehmet Murat, Recaizade Mahmut Ekrem ger
çekçilik akımını, Nabizade Nâzım da doğalcılık akımını
benimsediler. Servetifünun döneminde roman tekniği
gelişti (Halit Ziya Uşaklıgil); psikolojik romanın ilk örnekleri
verildi (Mehmet Rauf). Cumhuriyet döneminde
Türk romanı, Türk toplumunun gerçeklerine ışık tutmaya
başladı; kent ve köy yaşamı, toplumsal ilişkiler, günlük
yaşayışın ayrıntıları gerçek gözlemlere dayanılarak
anlatıldı. 1930 yıllarından sonra toplumcu-gerçekçi roman
akımının doğuşu, Anadolu`nun çeşitli yörelerinin
insanlarının sorunlarının gerçekçi ve doğru biçimde
yansıtılmasına olanak verdi; Anadolu insanı toplumsal,
ekonomik, kültürel yapısıyla romanlara yansıtıldı. Ardından,
Türk toplumunun yakın dönemde geçirdiği de
ğişiklikler, bu değişikliklerin insan üstündeki etkileri, yabancılaşma,
aydınların edilgenliği ve bunalımı, kentleş
me olgusu ve yarattığı sorunlar, yurt dışına çalışmaya giden
işçiler, tarihsel gelişme içinde ekonomik-siyasaltoplumsal
olaylar, cinsellik gibi pek çok konu, roman çerçevesinde işlenebilir duruma geldi.
Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında roman dalında
ün yapan yazarlarımız arasında Hüseyin Rahmi
Gürpınar, Memduh Şevket Esendal, Abdülhak Şinasi
Hisar, Halide Edip Adıvar, Halikarnas Balıkçısı, Refik
Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri
Güntekin, Sadri Ertem, Peyami Safa, Ahmet Hamdi
Tanpınar, Sabahattin Ali, Haşan İzzettin Dinamo, Kemal
Tahir, Kemal Bilbaşar, Orhan Kemal, Aziz Nesin,
Melih Cevdet Anday, Samim Kocagöz, Tarık Buğra,
Mehmet Şeyda, Necati Cumalı, Yusuf Atılgan, Yaşar
Kemal, Oktay Akbal, Attila İlhan, Talip Apaydın, Faik
Baysal, Fakir Baykurt, Tarık Dursun K., Oğuz Atay, Demirtaş
Ceyhun, Erol Toy, Yılmaz Güney, Adalet Ağaoğ-
lu, Çetin Altan, Muzaffer İzgü, Selim İleri, Oktay Rit’at,
Pınar Kür, DemirÖzlü, Erhan Bener, AbbasSayar, Mustafa
Necati Sepetçioğlu, Sevgi Soysal, Bekir Yıldız, Erdal
Öz, Necati Tosuner, Vedat Türkali, Peride Celal, Ayla
Kutlu, Alev Alatlı, Orhan Pamuk, vb. anılabilir.
Roman dilleri
Latince`den kaynaklanan diller, lehçeler ve ağıziar bü tününü belirten dilbilim terimi. İlk olarak Toros Konsili`nin (813) kararlarından birinde geçen ve aydınlar ile din adamlarının kullandıkları Latince`den farklı olarak halkın konuştuğu gündelik dili belirtmek için kullanılan lingua romana rusticadeyiminin çevirisi olan Roman dili terimi, V.-X. yy`lararasında Romania bölgesinin çeşitii halkları tarafından konuşulan çeşitli dil, lehçeler ve ağızlar bütününü belirtir. Modern dilbilimciler Latince`nin değişmeye başladığı ilk döneme ortak `Roman dili` adını vermişlerdir; ama Strasbourg Yeminleri`nden (842) önce, yazılı hiçbir belge bulunmadığı için, `halk` Latincesi denilen dilin, Roman dillerine dönüşmesinin birinci evresi (VI.-IX. yy.) konusunda elde bilgi yoktur. XIX. yy. başında Raynouard, bu dilin eski Provence .
“Latince`den kaynaklanan diller, lehçeler ve ağıziar bü tününü belirten dilbilim terimi. İlk olarak Toros Konsili`nin (813) kararlarından birinde geçen ve aydınlar ile din adamlarının “
Latince`den kaynaklanan diller, lehçeler ve ağıziar
Latince`den kaynaklanan diller, lehçeler ve ağıziar bü tününü belirten dilbilim terimi. İlk olarak Toros Konsili`nin (813) kararlarından birinde geçen ve aydınlar ile din adamlarının kullandıkları Latince`den farklı olarak halkın konuştuğu gündelik dili belirtmek için kullanılan lingua romana rusticadeyiminin çevirisi olan Roman dili terimi, V.-X. yy`lararasında Romania bölgesinin çeşitii halkları tarafından konuşulan çeşitli dil, lehçeler ve ağızlar bütününü belirtir. Modern dilbilimciler Latince`nin değişmeye başladığı ilk döneme ortak `Roman dili` adını vermişlerdir; ama Strasbourg Yeminleri`nden (842) önce, yazılı hiçbir belge bulunmadığı için, `halk` Latincesi denilen dilin, Roman dillerine dönüşmesinin birinci evresi (VI.-IX. yy.) konusunda elde bilgi yoktur. XIX. yy. başında Raynouard, bu dilin eski Provence leh çesi olduğunu sandığından, söz konusu lehçeye `Roman dili` adını vermiştir; gerçekteyse, eski Provence lehçesi, İspanyolca, Katalanca, Portekizce, Fransızca, İtalyanca, Reto-roman dili ve Romence, vb. Roman dillerinden biriydi. Romania sınırları içinde, 5 büyük dil öbeği ayırtedilir.`İtalyanca öbeği (İtalyanca ve lehçeleri), İber yarımadasında konuşulan diller öbeği (İspanyolca, Portekizce ve lehçeleri, Katalanca), Galya dilleri öbeği (Oc dili, Oil dili [Fransızca]), Alpler`deki Roman dilleri öbeği (İsviçre`de Reto-roman lehçeleri, Dolomiler`deki Latin lehçeleri, Friuli lehçesi), Balkanlar`daki Roman dilleri öbeği (Romence ve lehçeleri ile günü müzde ortadan kalkan Dalmaçya dili).
Romanos I Lekapenos
.
“Bizans imparatoru (öl. Kınalıada 944). İmparatorluk donanması komutanı olan Romanos I Lekapenos, imparatoriçe Zoe`yle evlenip (914), Konstantinos Vll`nin naipliğine getirildi. Küçük imparatoru “
Bizans imparatoru (öl. Kınalıada 944). İmparatorluk
Bizans imparatoru (öl. Kınalıada 944). İmparatorluk donanması komutanı olan Romanos I Lekapenos, imparatoriçe Zoe`yle evlenip (914), Konstantinos Vll`nin naipliğine getirildi. Küçük imparatoru etkisi altına alıp, iktidarı fiilen ele geçirdi (920) ve üç oğlunu yönetime ortak etti. Usta bir diplomat, cesur bir general olduğundan, Bulgar çarı Şimon`un yarattığı tehlikeyi savuşturmayı başarıp (913), Hırvat kralı Tomislav`la ittifak yaptı (920). Doğu`da sınırları genişletti (934`te Meiitene`nin, 943`te Edassa`nın [Konya] alınması; Rusların yenilgiye uğratılması). Oğulları tarafından devrildi (944).
Romanos IV Diogenes
.
“Bizans imparatoru (öl. 1072). Konstantinos X`un ölümüyle dul kalan Eudoksia`yla evlenerek imparator ilan edilen (1065) Romanos IV Diogenes, Franklar, MakedonyalIlar ve Uzlardan oluşan bir orduyla “
Bizans imparatoru (öl. 1072). Konstantinos X`un ölümüyle
Bizans imparatoru (öl. 1072). Konstantinos X`un ölümüyle dul kalan Eudoksia`yla evlenerek imparator ilan edilen (1065) Romanos IV Diogenes, Franklar, MakedonyalIlar ve Uzlardan oluşan bir orduyla Selçukluların ilerleyişini durdurmak için sefere çıktıysa (1068-1069) da, Türklerin Anadolu`ya girişini önleyemedi. Bunun üstüne, Türkleri kesinlikle durdurmak ve Anadolu`dan çıkarmak için büyük bir ordu toplayıp, Malazgirt Meydan Savaşı`nda Alparslan karşısında ağır bir bozguna uğrayarak (1071) tutsak düştü. (Bk. MALAZGİRT MEYDAN SAVAŞI.) Alparslan tarafından serbest bırakıldıysa da, tutsak olduğu sırada Bizans`ta iktidarı ele geçirmiş olan Mikhael VII Dukas komutasındaki orduya Adana`da yenilip, gözleri kör edildi ve Kınalıada`da manastıra kapatıldı.
Romanov sülalesi
.
“1613-1917 arasında Rusya`da egemenlik sürmüş sülale. Adı Moskovalı boyar Roman`ın adından kaynaklanan Romanov (ya da Romanof) sülalesi, Roman`ın kızı Anastasya`nın Korkunç İvan IV`le “
1613-1917 arasında Rusya`da egemenlik sürmüş sülale.
1613-1917 arasında Rusya`da egemenlik sürmüş sülale. Adı Moskovalı boyar Roman`ın adından kaynaklanan Romanov (ya da Romanof) sülalesi, Roman`ın kızı Anastasya`nın Korkunç İvan IV`le evlenmesiyle (1547), iktidara yaklaştı. Anastasya`nın kardeşi Nikita`nın oğlu Fyodor`un (sonradan patrik Filaret adını aldı) tahta aday gösterilmesinden (1598), ama Boris Godunov tarafından engellenmesinden sonra, patrik Filaret`in (Fyodor) oğlu ve İvan IV`ün yeğeni Mihail III Fyodorov 1613`te çar seçildi. O tarihten başlayarak Rus Devrimi`ne kadar Rusya`yı yöneten sülalenin son çarı Nikolay II, 1917 Rus Devrimi`yle önce tahttan çekilmeye zorlandı (2 Mart 1917); sonra, eşi ve çocuklarıyla birlikte öldürüldü (Temmuz 1918). Ailenin yurt dışına kaç mayı başaran üyeleri, taht üstündeki iddialarını sürdürdülerse de, başarılı olamadılar.
Roman sanatı ve mimarlığı
XI. ve XII. yy`larda Avrupa`da gelişen roman üslubunda yapıtları topluca belirten terim. VIII. yy. sonu ile X. yy. arasında, Karolenj sanatı ve Otto sanatı çağlarında oluş muş bir birikim üstünde, `Germen` halklarının sanatı nın ve Doğu etkilerinin birleşmesiyle ortaya çıkan `roman öncesi` sanatın ardından, teknik ilerlemeler ve dindarların sayılarının artmasıyla dinse! yapıların planlarında yapılan değişiklikler, XI. ve XII. yy`ların büyük bir bölümünde gelişme gösteren yeni bir üslubun doğ masına yol açmıştır. Ama birçok yerel çeşitlenme, bu tarih sınırlarının kesin olarak ileri sürülmesini engellemekte ve genellikle, roman sanatı ve mimarlığını XII. yy`dan sonraya da taşıran örneklergörülmektedir. Sözgelimi, İtalya`da, gotik sanat ürünlerine çok az raslanır ve roman sanatından Rönesans`a, neredeyse .
“XI. ve XII. yy`larda Avrupa`da gelişen roman üslubunda yapıtları topluca belirten terim. VIII. yy. sonu ile X. yy. arasında, Karolenj sanatı ve Otto sanatı çağlarında oluş muş bir birikim “
XI. ve XII. yy`larda Avrupa`da gelişen roman üslubunda
XI. ve XII. yy`larda Avrupa`da gelişen roman üslubunda yapıtları topluca belirten terim. VIII. yy. sonu ile X. yy. arasında, Karolenj sanatı ve Otto sanatı çağlarında oluş muş bir birikim üstünde, `Germen` halklarının sanatı nın ve Doğu etkilerinin birleşmesiyle ortaya çıkan `roman öncesi` sanatın ardından, teknik ilerlemeler ve dindarların sayılarının artmasıyla dinse! yapıların planlarında yapılan değişiklikler, XI. ve XII. yy`ların büyük bir bölümünde gelişme gösteren yeni bir üslubun doğ masına yol açmıştır. Ama birçok yerel çeşitlenme, bu tarih sınırlarının kesin olarak ileri sürülmesini engellemekte ve genellikle, roman sanatı ve mimarlığını XII. yy`dan sonraya da taşıran örneklergörülmektedir. Sözgelimi, İtalya`da, gotik sanat ürünlerine çok az raslanır ve roman sanatından Rönesans`a, neredeyse hiçbir ge çiş dönemi olmaksızın atlanmıştır. 1000 yılı dolaylarında, Batı`da, dinsel mimarlıkta bü yük bir gelişme gerçekleştirilmiştir. Germen halkların, yerleşik düzene geçtikleri, Arapların İspanya`dan çıkarıldıkları, büyük siyasal toplulukların gerçekleştirildiği, Akdeniz ticaret alanında eski etkinliklerin yeniden baş ladığı bu dönemde, nüfus oldukça artmış, soylular ve köylülerin yanı sıra, el sanatçıları ve tüccarları kapsayan yeni bir toplumsal sınıfın (burjuvazi) oluşumuna yol açan kentler çoğalmıştır. Özel konutlar ve süsleme öğeleri gibi din dışı yapıtların birçoğu günümüze kalmadığı için, roman sanatı ve mimarlığı, büyük ölçüde, inancın yüzyıllar boyunca koruduğu dinsel yapıtlara dayanılarak incelenebilmektedir. Ancak, roman sanatı nın yalnızca dinsel nitelikte olduğunu ve el sanatçıları nın yalnızca din adamları için çalıştıklarını düşünmek de yanlış olur. XI. yy. mimarlıkta, roman üslubunun ana çizgilerini belirleyen bir yenilik dönemidir. Roman sanatı ve mimarlığının bu ilk döneminin temel özelliği, çekiçle ger çekleştirilen taş işçiliği ile küçük sırakemerler zinciriyle birbirine bağlanmış düz ve düşey şeritlerin oluşturdu ğu bir dış süslemedir. Önce Kuzey İtalya`da ortaya çıkan bu özellik ve daha sonra bütün Güney Avrupa`da hızla yayılmıştır. Roman üslubunda yapıların planı, daha önceki bazilikalardan ya da merkez planlı yapılardan kaynaklanır ve oldukça yalındır: Tonozlu bir absisle sona ererve çatısı bir damla örtülüdür. Ama o döneme kadar yalnızca mihraplarda ve kilise mahzenlerinde kullanılan tonoz, kilisenin bütün iç bölümüne uygulanmıştır. Ayrıca, bu dönemde beşik tonoz, sivri köşeli tonoz ve kubbe kullanılmıştır. Bu genel plan, çok geçmeden, Fransa, İtalya, Almanya, Britanya adaları, Iberyarımadasının kuzeyi, Polonya, Orta Avrupa ve Yugoslavya`da benimsenmiş, ama yerel özellikler bazen, yapım yöntemlerini ve planı değişikliğe uğratmıştır. Nitekim Germen Avrupa, Otto sanatı bazilikasına sadık kalırken, Güney Avrupa`da haç biçiminde Latin planı benimsenmiştir. Her biri özel yapı yöntemleri uygulayan gezici atölyeler tarafından gerçekleştirilen yapılarda, ilk denemelerde, pek ustaca olmasa da, Bizans ve Galya-Roma yapıtları kopya edilerek, Eskiçağla ilişki kurmaya yönelinmiş,Doğulkumaş süslemelerinden,fildişi ve metal işlerinden de esinlenilmiştir. Bu ilk yapıtlarda, Ortaçağ anıt heykelciliğinin değişmez özelliklerinden biri de ön plana çıkmıştır: Süsleme yapılan yerin sınırlarına uyacak biçimdegörüntüyü büken ve çarpıtan birçaba, yani mimarlık çerçevesine uyma çabası. Öykülü sütun başlıkları geleneği Fransa`da Loire vadisinden başlayarak yayılmıştır. Cephelerde olduğu gibi, bu başlıklarda da, heykellerin yerleştirilmesine ba ğımlı olarak zengin bir iknografi gözlenir. Ana kapılarda, konu olarak `mahşer` ağır basar. İsa`nın çevresinde, melekler, havariler ya da simgesel hayvanlar görü lür; kemer kovanları, üsluplaştırılmış insan figürleriyle, masal canavarlarıyla ya da çiçek motifleriyle süslenmiş tir. Heykelciler, figürlerini belirli geometrik şemaları göz önünde tutarak ve belirli kurallara uyarak canlandırmış lar, oranlar, yapıtın bulunduğu yere ve dinsel aşaması- rasına uyacak biçimde hesaplanmıştır: İsa meleklerden, ermişler de sıradan insanlardan daha büyük olarak canlandırılıyordu. Kilise ve manastırların sütun başlıklarında, ermişlerin öğütleri ve yaşamları canlandırılmış, ayrıca Germen halklarının eski geometrik ve çizgisel motifleri ile Asya bozkırlarından (bozkır sanatı) gelme tuhaf hayvan figürleri kullanılmıştır. Kiliselerin eşyasını oluşturan kutsal kaplar ve haçlar gibi, bu heykellerin de çoğu boyalıdır. XII. yy`ın başlangıcındaysa, Güney Avrupa heykelciliğinde gotik sanatı hazırlayan bir akım ortaya çıkmıştır. Resmin, duvar resmi olarak uygulandığı roman sanatındaki önemi, fresklerin birçoğu bozulduğu için tam olarak aydınlatılamamıştır. Roman heykelcilik ve mimarlığını büyük ölçüde incelemeyi sağlayan birçok yapıtın günümüze kalmış olmasına karşılık, resim alanındaki yapıtlar ya çok bozulmuş ya da yanlış bir biçimde onarılmıştır ve resimli elyazmaları, kolayca gidilip görü lemeyecek kitaplıklarda dağınık durumda bulunmaktadır. Gene de roman sanatında, resmin temel birözelliği ayırt edilebilir: İstila dönemlerinde bir kesintinin ortaya çıkmamış olması ve yaklaşık olarak İ.S. I. yy`dan başlayarak sürekli zenginleşen bir teknik ile belirli motiflerin korunmuş olması. Resimlerin genellikle kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Duvar resimleri, din adamlarından ve sivillerden oluşan tutucu sanatçı toplulukları tarafından yapılmış, resimli elyazmaları, manastırlarda gerçekleş tirilmiştir. Heykel gibi, resimde de, mimarlık çerçevesine uyulurken, kemerlerde eğik figürler, koro bölümü nün ya da sahnın duvarlarındaysa, birçizgiyle ya da süsleme motifiyle ayrılan ve bir öykünün bölümlerini dile getiren resimlere yer verilmiştir. Renkler, siyah, beyaz, kırmızı, yeşil, mavi ve aşıboyasıyla sınırlıdır. Boya dümdüz sürülmüş ya da yalnızca, tarama çizgileri yapılmıştır.