Güney Dakota
ABD`nin orta-kuzey kesiminde eyalet. Kuzeyde Kuzey Dakota, Doğuda Minnesota ve İovva, güneyde Nebraska, batıda VVyoming ve Montana eyaletleriyle sınırlı olan Güney Dakota`nın yüzölçümü 199 743 km2, nüfusu 696 000, merkezi Pierre`dir. Ocak ayı sıcaklık ortalamalarının kuzeyde -12 ve -17 °C`tan, güneyde -7 ve -4 °C`a, temmuz ayı sıcaklık ortalamalarının kuzeyde 18 °C-21 °C`tan güneyde 21 °C- 24 °C`a kadar değiştiği eyalette, yıllık yağış ortalamaları da güneydoğuda 660 mm`den kuzeybatıda 330 mm`ye kadar değişir. Başlıca gelir kaynağını tarım (özellikle buğday ve mısır), hayvancılık (sığır, koyun, vb.) ve madenciliğin (ülkenin en büyük altın yatakları; uranyum ve petrol yatakları, vb.) oluşturduğu eyalette, sanayi hızla gelişmektedir: Besin sanayisi, makine yapımı, basım ve yayın sanayisi, kereste sanayisi, .
“ABD`nin orta-kuzey kesiminde eyalet. Kuzeyde Kuzey Dakota, Doğuda Minnesota ve İovva, güneyde Nebraska, batıda VVyoming ve Montana eyaletleriyle sınırlı olan Güney Dakota`nın yüzölçümü “
ABD`nin orta-kuzey kesiminde eyalet. Kuzeyde Kuzey
ABD`nin orta-kuzey kesiminde eyalet. Kuzeyde Kuzey Dakota, Doğuda Minnesota ve İovva, güneyde Nebraska, batıda VVyoming ve Montana eyaletleriyle sınırlı olan Güney Dakota`nın yüzölçümü 199 743 km2, nüfusu 696 000, merkezi Pierre`dir. Ocak ayı sıcaklık ortalamalarının kuzeyde -12 ve -17 °C`tan, güneyde -7 ve -4 °C`a, temmuz ayı sıcaklık ortalamalarının kuzeyde 18 °C-21 °C`tan güneyde 21 °C- 24 °C`a kadar değiştiği eyalette, yıllık yağış ortalamaları da güneydoğuda 660 mm`den kuzeybatıda 330 mm`ye kadar değişir. Başlıca gelir kaynağını tarım (özellikle buğday ve mısır), hayvancılık (sığır, koyun, vb.) ve madenciliğin (ülkenin en büyük altın yatakları; uranyum ve petrol yatakları, vb.) oluşturduğu eyalette, sanayi hızla gelişmektedir: Besin sanayisi, makine yapımı, basım ve yayın sanayisi, kereste sanayisi, cam fabrikaları, çimento fabrikaları, vb. Ayrıca turizm önemli bir ek gelir kaynağıdır. TARİH Arkeoloji buluntularından günümüzden 25 000 yıl önce yerleşildiği anlaşılan günümüzdeki Kuzey Dakota topraklarında, 1250`ye doğru bölgeye göçen Arikara Kızılderilileri, yaklaşık 5 000 kişi alabilen tahkimli kaleler kurdular. 1742-1743 arasında bölgeyi dolaşan Fransız gezginleri François ve Louis Josep La Verendyre`in Fransa adına el koymalarından sonra, 1762`de Fransa bölgedeki hakkını İspanya`ya devretti. Ama Kızılderili Siouxların bölgeye göçerek, Arikaraları batıya doğru püskürtmelerinden sonra, İspanya bölgeyi 1800`de yeniden Fransa`ya bıraktı. 1803`te Louisiana Antlaşması gereği ABD`ye geçen günümüzdeki Güney Dakota toprakları, Siouxlarla uzun ve kanlı çarpışmalardan sonra 1890`da Siouxların VVaunded Knee`de ağır bir yenilgiye uğratılarak büyük bölümünün kılıçtan geçirilmesinden sonra, beyazların yerleşmesine açıldı ve 1899`da, ikiye ayrılarak (Kuzey Dakota ve Güney Dakota), her iki bölüm de aynı anda ABD`nin iki eyaletini oluşturdu.
güzelavratotu
Patlıcangiller ailesinden zehirli bitki türü (Bil. a. Atropa belladonna). Ana yurdu Avrupa ve Anadolu olan, Kuzey Amerika`da da yetişen güzelavratotunun yaprakları tüylerle kaplıdır; morumsu çiçekler açar; siyah renkli üzümsü meyveler verir. Bütün bölümleri zehirleyici alkaloyitler içerirse de, özellikle parlak siyah meyveleri insanda öldürücü zehirlemelere yolaçar: 10-15 tanesinin yutulması ölümle sonuçlanır. Kök ve yapraklarının kuruması sırasında, içerdikleri hiyosiyamin adlı alkaloyit, atropine dönüşür. Atropinden, astım tedavisi, vb. hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların yapımında yararlanılır. Güzelavratotunun (Atropa belladonna) adı, Roma İmparatorluğu döneminde, kadınların gözlerini parlak göstermesi için, meyvelerinin özsuyunu far olarak kullanmış olmalarından kaynaklanır. Bitkinin her yanı .
“Patlıcangiller ailesinden zehirli bitki türü (Bil. a. Atropa belladonna). Ana yurdu Avrupa ve Anadolu olan, Kuzey Amerika`da da yetişen güzelavratotunun yaprakları tüylerle kaplıdır; morumsu “
Patlıcangiller ailesinden zehirli bitki türü (Bil.
Patlıcangiller ailesinden zehirli bitki türü (Bil. a. Atropa belladonna). Ana yurdu Avrupa ve Anadolu olan, Kuzey Amerika`da da yetişen güzelavratotunun yaprakları tüylerle kaplıdır; morumsu çiçekler açar; siyah renkli üzümsü meyveler verir. Bütün bölümleri zehirleyici alkaloyitler içerirse de, özellikle parlak siyah meyveleri insanda öldürücü zehirlemelere yolaçar: 10-15 tanesinin yutulması ölümle sonuçlanır. Kök ve yapraklarının kuruması sırasında, içerdikleri hiyosiyamin adlı alkaloyit, atropine dönüşür. Atropinden, astım tedavisi, vb. hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların yapımında yararlanılır. Güzelavratotunun (Atropa belladonna) adı, Roma İmparatorluğu döneminde, kadınların gözlerini parlak göstermesi için, meyvelerinin özsuyunu far olarak kullanmış olmalarından kaynaklanır. Bitkinin her yanı zehirli olmakla birlikte, özellikle meyveleri öldürücü zehirlenmelere yol açar.
Otto Hahn
Alman fizikçisi ve kimyacısı (Frankfurt am Main 1879- Göttingen 1968). Londra Üniversitesinde Sir VVilliam Ramsay`in laborutavarında çalışmaya başlayan (1904) Otto Hahn, bir baryum tuzundan radyum elde etme çalışmaları sırasında radyotoryumu buldu. McGilI Üniversitesinde Sir Ernest Rutherford`un yanında çalışıp (1905), radyoaktinyumun bulunmasına katkıda bulundu. 1906`da Almanya`ya dönüp, Berlin Üniversitesi`nde profesörlüğe atandı. 1912`de Kaser VVilhelm (sonradan Max Planck) Enstitüsü radyoaktiflik bölümü başkanlığına getirilerek, 30 yıl boyunca yardımcılığını yapan Lise Meitner`le birlikte, 1917`de protaktinyumu buldu. Fritz Strassmann`la işbirliği yaparak radyoaktif atomların gerilemesi olayını ve ilk nükleler izomerliği bulup, 1938`de Strassmann`la birlikte uranyum fisyonu kuramını (sonradan atom bombasının yapımında .
“Alman fizikçisi ve kimyacısı (Frankfurt am Main 1879- Göttingen 1968). Londra Üniversitesinde Sir VVilliam Ramsay`in laborutavarında çalışmaya başlayan (1904) Otto Hahn, bir baryum tuzundan “
Alman fizikçisi ve kimyacısı (Frankfurt am Main
Alman fizikçisi ve kimyacısı (Frankfurt am Main 1879- Göttingen 1968). Londra Üniversitesinde Sir VVilliam Ramsay`in laborutavarında çalışmaya başlayan (1904) Otto Hahn, bir baryum tuzundan radyum elde etme çalışmaları sırasında radyotoryumu buldu. McGilI Üniversitesinde Sir Ernest Rutherford`un yanında çalışıp (1905), radyoaktinyumun bulunmasına katkıda bulundu. 1906`da Almanya`ya dönüp, Berlin Üniversitesi`nde profesörlüğe atandı. 1912`de Kaser VVilhelm (sonradan Max Planck) Enstitüsü radyoaktiflik bölümü başkanlığına getirilerek, 30 yıl boyunca yardımcılığını yapan Lise Meitner`le birlikte, 1917`de protaktinyumu buldu. Fritz Strassmann`la işbirliği yaparak radyoaktif atomların gerilemesi olayını ve ilk nükleler izomerliği bulup, 1938`de Strassmann`la birlikte uranyum fisyonu kuramını (sonradan atom bombasının yapımında kullanıldı) ortaya kayarak, 1944`te Nobel Kimya Ödülü`nü aldı. 1946`da Max Planck Enstitüsü başkanlığına getirildi. Ömrünü doğal ve yapay radyoaktif elementlerin araştırılmasına adayan Otto Hahn, 1946`da Max Planck Enstitüsü başkanlığına atanarak, İkinci Dünya Savaşı`ndan sonra Almanya`da bilimin yeniden geliştirilmesine önemli katkılarda bulunmuştur.
melekotu
.
“Maydanozgiller ya da şemsiyegiller ailesinden bitki cinsi (Bil. a. Archangelica). Anayurtları Avrupa`nın kuzey kesimi, Grönland ve İzlanda olan melekotu cinsi üyeleri, günümüzde Avrupa`nın çeşitli “
Maydanozgiller ya da şemsiyegiller ailesinden bitki
Maydanozgiller ya da şemsiyegiller ailesinden bitki cinsi (Bil. a. Archangelica). Anayurtları Avrupa`nın kuzey kesimi, Grönland ve İzlanda olan melekotu cinsi üyeleri, günümüzde Avrupa`nın çeşitli kesimlerinde yetiştirilen ikiyıllık otsu bitkilerdir. Genç saplarından ve yaprak saplarından, pastacılıkta yararlanılır.
Ottmar Mergenthaler
.
“Alman asıllı ABD`li mucit (hlachtel 1854-Baltimore, ABD 1899). Küçükyaşta birsaatyapımcısının yanına çırak verilen Ottmar Mergenthaler, 1872`de ailesiyle ABD`ye göçerek, Baltimore`a yerleşti. “
Alman asıllı ABD`li mucit (hlachtel 1854-Baltimore,
Alman asıllı ABD`li mucit (hlachtel 1854-Baltimore, ABD 1899). Küçükyaşta birsaatyapımcısının yanına çırak verilen Ottmar Mergenthaler, 1872`de ailesiyle ABD`ye göçerek, Baltimore`a yerleşti. Harfleri otomatik düşürebilen linotip dizgi makinesinin çalışma ilkesini buldu (1884).
Lothar Meyer
.
“Alman kimyacısı (Varel, Oldenburg 1830-Tübingen 1895). Ebersvalde (1866), Karlsruhe (1868) ve Tübin- gen (1876) üniversitelerinde ders veren Lothar Meyer, plazmada, oksijen ile karbon dioksidin çözündüklerini “
Alman kimyacısı (Varel, Oldenburg 1830-Tübingen
Alman kimyacısı (Varel, Oldenburg 1830-Tübingen 1895). Ebersvalde (1866), Karlsruhe (1868) ve Tübin- gen (1876) üniversitelerinde ders veren Lothar Meyer, plazmada, oksijen ile karbon dioksidin çözündüklerini ve kolayca ayrışan bileşikler oluşturduğunu ortaya koydu. Mendeleyev`le aşağı yukarı aynı zamanda, atomların ağırlıkla
Otto Meyerhof
Alman fizyoloji bilgini (Hannover 1884-Philadelphia, ABD 1951). Berlin, Freiburgve Strasbourg üniversitelerinde öğrenim görüp, Heidelberg Üniversitesi`ni bitiren (1906) Otto Meyerhof, Kiel Üniversitesi`nde profesörlüğe yükseldi (1918). Dahlem-Berlin`de Kayser VVil- helm Biyoloji Enstitüsü`nde çalışıp (1924-1929), Hei- delberg`de Kayser VVilhelm Tıp Araştırma Enstitüsü yöneticiliğine atandı (1929). Heidelberg Üniversitesi`nde ders verip (1930-1938), ABD`ye göçerek, Pensylvania Üniversitesi Fizyolojik Kimya bölümünde araştırma profesörlüğüne atandı (1940). ABD yurttaşlığına geçti (1948). Hücre oksitlenmesi ve kas hücrelerinin metabolizması konularında incelemeler yapan Otto Meyerhof, glikojenin kaslarda laktikasitoluşturduğunu, kaslargev- şediğinde laktik asitin bir bölümünün oksitlendiğini ve büyük bölümünün yeniden glikojene dönüştüğünü .
“Alman fizyoloji bilgini (Hannover 1884-Philadelphia, ABD 1951). Berlin, Freiburgve Strasbourg üniversitelerinde öğrenim görüp, Heidelberg Üniversitesi`ni bitiren (1906) Otto Meyerhof, Kiel Üniversitesi`nde “
Alman fizyoloji bilgini (Hannover 1884-Philadelphia,
Alman fizyoloji bilgini (Hannover 1884-Philadelphia, ABD 1951). Berlin, Freiburgve Strasbourg üniversitelerinde öğrenim görüp, Heidelberg Üniversitesi`ni bitiren (1906) Otto Meyerhof, Kiel Üniversitesi`nde profesörlüğe yükseldi (1918). Dahlem-Berlin`de Kayser VVil- helm Biyoloji Enstitüsü`nde çalışıp (1924-1929), Hei- delberg`de Kayser VVilhelm Tıp Araştırma Enstitüsü yöneticiliğine atandı (1929). Heidelberg Üniversitesi`nde ders verip (1930-1938), ABD`ye göçerek, Pensylvania Üniversitesi Fizyolojik Kimya bölümünde araştırma profesörlüğüne atandı (1940). ABD yurttaşlığına geçti (1948). Hücre oksitlenmesi ve kas hücrelerinin metabolizması konularında incelemeler yapan Otto Meyerhof, glikojenin kaslarda laktikasitoluşturduğunu, kaslargev- şediğinde laktik asitin bir bölümünün oksitlendiğini ve büyük bölümünün yeniden glikojene dönüştüğünü bulmuş, 1922`de Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü`nü Arc- hibald Vivian Hill`le paylaşmıştır. Başlıca yapıtı: Die Chemischen Vorgange im Muskeı (Kaslardaki Kimyasal Dönüşümler, 1930).
Mezopotamya
Asya`da günümüzde Irak ve İran arasında paylaşılan tarihsel bölge. Dicle ve Fırat ırmakları arasındaki alanda yayılan (Mezopotamya adı Yunanca "iki ırmak arasındaki ülke" anlamına gelir), günümüzde insanların yaşamasına elverişsiz ve çöl görünümündeki bu uçsuz bucaksız topraklar, yıllarca önce Eskiçağ uygarlıklarının en gelişmişlerinden birinin beşiği olmuş, zengin ve verimli bir bölgeydi. Ortadoğu`nun merkezinde bulunması, topraklarının verimliliği, Samilerin ve çeşitli halkların Mezopotamya`ya göç etmesini kolaylaştırdı. Sonunda, bütün bu halkların kaynaşmasından, zengin bir uygarlık doğdu. Mezopotamya tarihinin başlıca özelliği, kurulan, gelişen, sonra da yıkılan bir dizi imparatorluğun birbirini izlemiş olmasıdır. Bu imparatorlukların merkezi, güneyden kuzeye doğru yer değiştirmiştir. SÜMERLER İ.Ö. IV. .
“Asya`da günümüzde Irak ve İran arasında paylaşılan tarihsel bölge. Dicle ve Fırat ırmakları arasındaki alanda yayılan (Mezopotamya adı Yunanca "iki ırmak arasındaki ülke" anlamına gelir), “
Asya`da günümüzde Irak ve İran arasında paylaşılan
Asya`da günümüzde Irak ve İran arasında paylaşılan tarihsel bölge. Dicle ve Fırat ırmakları arasındaki alanda yayılan (Mezopotamya adı Yunanca "iki ırmak arasındaki ülke" anlamına gelir), günümüzde insanların yaşamasına elverişsiz ve çöl görünümündeki bu uçsuz bucaksız topraklar, yıllarca önce Eskiçağ uygarlıklarının en gelişmişlerinden birinin beşiği olmuş, zengin ve verimli bir bölgeydi. Ortadoğu`nun merkezinde bulunması, topraklarının verimliliği, Samilerin ve çeşitli halkların Mezopotamya`ya göç etmesini kolaylaştırdı. Sonunda, bütün bu halkların kaynaşmasından, zengin bir uygarlık doğdu. Mezopotamya tarihinin başlıca özelliği, kurulan, gelişen, sonra da yıkılan bir dizi imparatorluğun birbirini izlemiş olmasıdır. Bu imparatorlukların merkezi, güneyden kuzeye doğru yer değiştirmiştir. SÜMERLER İ.Ö. IV. binyıla doğru, henüz çorak olan bölgeye Sü- merler yerleştiler. Kökenleri bilinmeyen, ama Mezopotamya`ya doğudan geldikleri sanılan Sümerler, ırmak kıyılarındaki bataklık bölgeleri kurutup, güzel ve verimli bahçelere dönüştürdüler; hurma, vb. meyve ağaçları diktiler; tarlalar açtılar. Bölgeye kendilerinden önce yerleşmiş toplulukların yanı sıra, Sümerler de zengin, bağımsız, siteler kurdular: Ur, Layoş, Uruk, vb. Her sitenin biryöneticisi ve bir kofuyucu tanrısı vardı. Bütün yetkiler, "Lugal" ("Büyük adam") denilen hükümdarın elindeydi; hükümdar aynı zamanda da, sitenin en büyük din adamıydı. Dinsel olduğu kadarekonomik ve siyasal bir merkez de olan tapınak, sitenin tanrısına ayrılmış bir yerde kurulurdu. Sitelerin yönetimi ve ticaret alışverişlerinin gerekleri, Sümerlerin en büyük buluşlarına yol açtı: Çivi yazısı. Önceleri resimlerden, daha sonraysa soyut simgelerden oluşan çivi yazısı, kil levhalar üstüne, sivri aletlerle kazılıyordu (çivi yazısı, 1802`de Alman bilgini Grötefend tarafından çözülmüştür). Sümer tarihinin ana çizgileri, çeşitli belgeler yardımıyla öğrenilebilir. Kahraman Gılgamış`ın (yaklaşık olarak İ.Ö. 3000)(serüvenlerini anlatan en eski destan, ilk kral sülaleleri döneminden (İ.Ö. 2600-İ.Ö. 2500) kalmadır. İngiliz arkeologlarının 1922`de, Ur kralları mezarlığını ortaya çıkarmaları sayesinde, Sümer tarihinin ikinci bölümünde yaşamış birinci Ur sülalesi döneminde (İ.Ö.Asya`da günümüzde Irak ve İran arasında paylaşılan tarihsel bölge. Dicle ve Fırat ırmakları arasındaki alanda yayılan (Mezopotamya adı Yunanca "iki ırmak arasındaki ülke" anlamına gelir), günümüzde insanların yaşamasına elverişsiz ve çöl görünümündeki bu uçsuz bucaksız topraklar, yıllarca önce Eskiçağ uygarlıklarının en gelişmişlerinden birinin beşiği olmuş, zengin ve verimli bir bölgeydi. Ortadoğu`nun merkezinde bulunması, topraklarının verimliliği, Samilerin ve çeşitli halkların Mezopotamya`ya göç etmesini kolaylaştırdı. Sonunda, bütün bu halkların kaynaşmasından, zengin bir uygarlık doğdu. Mezopotamya tarihinin başlıca özelliği, kurulan, gelişen, sonra da yıkılan bir dizi imparatorluğun birbirini izlemiş olmasıdır. Bu imparatorlukların merkezi, güneyden kuzeye doğru yer değiştirmiştir. SÜMERLER İ.Ö. IV. binyıla doğru, henüz çorak olan bölgeye Sü- merler yerleştiler. Kökenleri bilinmeyen, ama Mezopotamya`ya doğudan geldikleri sanılan Sümerler, ırmak kıyılarındaki bataklık bölgeleri kurutup, güzel ve verimli bahçelere dönüştürdüler; hurma, vb. meyve ağaçları diktiler; tarlalar açtılar. Bölgeye kendilerinden önce yerleşmiş toplulukların yanı sıra, Sümerler de zengin, bağımsız, siteler kurdular: Ur, Layoş, Uruk, vb. Her sitenin biryöneticisi ve bir kofuyucu tanrısı vardı. Bütün yetkiler, "Lugal" ("Büyük adam") denilen hükümdarın elindeydi; hükümdar aynı zamanda da, sitenin en büyük din adamıydı. Dinsel olduğu kadarekonomik ve siyasal bir merkez de olan tapınak, sitenin tanrısına ayrılmış bir yerde kurulurdu. Sitelerin yönetimi ve ticaret alışverişlerinin gerekleri, Sümerlerin en büyük buluşlarına yol açtı: Çivi yazısı. Önceleri resimlerden, daha sonraysa soyut simgelerden oluşan çivi yazısı, kil levhalar üstüne, sivri aletlerle kazılıyordu (çivi yazısı, 1802`de Alman bilgini Grötefend tarafından çözülmüştür). Sümer tarihinin ana çizgileri, çeşitli belgeler yardımıyla öğrenilebilir. Kahraman Gılgamış`ın (yaklaşık olarak İ.Ö. 3000)(serüvenlerini anlatan en eski destan, ilk kral sülaleleri döneminden (İ.Ö. 2600-İ.Ö. 2500) kalmadır. İngiliz arkeologlarının 1922`de, Ur kralları mezarlığını ortaya çıkarmaları sayesinde, Sümer tarihinin ikinci bölümünde yaşamış birinci Ur sülalesi döneminde (İ.Ö.Asya`da günümüzde Irak ve İran arasında paylaşılan tarihsel bölge. Dicle ve Fırat ırmakları arasındaki alanda yayılan (Mezopotamya adı Yunanca "iki ırmak arasındaki ülke" anlamına gelir), günümüzde insanların yaşamasına elverişsiz ve çöl görünümündeki bu uçsuz bucaksız topraklar, yıllarca önce Eskiçağ uygarlıklarının en gelişmişlerinden birinin beşiği olmuş, zengin ve verimli bir bölgeydi. Ortadoğu`nun merkezinde bulunması, topraklarının verimliliği, Samilerin ve çeşitli halkların Mezopotamya`ya göç etmesini kolaylaştırdı. Sonunda, bütün bu halkların kaynaşmasından, zengin bir uygarlık doğdu. Mezopotamya tarihinin başlıca özelliği, kurulan, gelişen, sonra da yıkılan bir dizi imparatorluğun birbirini izlemiş olmasıdır. Bu imparatorlukların merkezi, güneyden kuzeye doğru yer değiştirmiştir. SÜMERLER İ.Ö. IV. binyıla doğru, henüz çorak olan bölgeye Sü- merler yerleştiler. Kökenleri bilinmeyen, ama Mezopotamya`ya doğudan geldikleri sanılan Sümerler, ırmak kıyılarındaki bataklık bölgeleri kurutup, güzel ve verimli bahçelere dönüştürdüler; hurma, vb. meyve ağaçları diktiler; tarlalar açtılar. Bölgeye kendilerinden önce yerleşmiş toplulukların yanı sıra, Sümerler de zengin, bağımsız, siteler kurdular: Ur, Layoş, Uruk, vb. Her sitenin biryöneticisi ve bir kofuyucu tanrısı vardı. Bütün yetkiler, "Lugal" ("Büyük adam") denilen hükümdarın elindeydi; hükümdar aynı zamanda da, sitenin en büyük din adamıydı. Dinsel olduğu kadarekonomik ve siyasal bir merkez de olan tapınak, sitenin tanrısına ayrılmış bir yerde kurulurdu. Sitelerin yönetimi ve ticaret alışverişlerinin gerekleri, Sümerlerin en büyük buluşlarına yol açtı: Çivi yazısı. Önceleri resimlerden, daha sonraysa soyut simgelerden oluşan çivi yazısı, kil levhalar üstüne, sivri aletlerle kazılıyordu (çivi yazısı, 1802`de Alman bilgini Grötefend tarafından çözülmüştür). Sümer tarihinin ana çizgileri, çeşitli belgeler yardımıyla öğrenilebilir. Kahraman Gılgamış`ın (yaklaşık olarak İ.Ö. 3000)(serüvenlerini anlatan en eski destan, ilk kral sülaleleri döneminden (İ.Ö. 2600-İ.Ö. 2500) kalmadır. İngiliz arkeologlarının 1922`de, Ur kralları mezarlığını ortaya çıkarmaları sayesinde, Sümer tarihinin ikinci bölümünde yaşamış birinci Ur sülalesi döneminde (İ.Ö.2500`den başlayarak), Sümer halkının gelenek, sanat ve inanışları incelenmiştir. İ.Ö. 2360`a doğru Sümer tarihinin üçüncü dönemi başlamış, yarı özerk Lagaş sitesi, kral Urukagina`nın hükümdarlığı sırasında, altın çağını yaşamıştır. Urukagina, yasa metinleri ile toplumsal reformları bir araya getiren "Reform Metinlerini, hazırlatmıştır. Gene, ilk tarihsel anıt olan Akbabalar dikilitaşı bu dönemden kalmadır; dikilitaşta, kral Lagaş`ın başarıları anlatılmaktadır. AKKADLAR Sümerler, İ.Ö. 2350`de, Suriye`den gelen, Sargon I yönetimindeki Sami ırkından Akkadların egemenliği altına girdiler. Mızrak, ok ve yay gibi silahları bulunan hareketli savaş taktikleri geliştirmiş olan çöl kökenli bu savaşçılar, uzun kargılı, büyük kalkanlı, ağır ve hantal Sümer ordusunu kısa sürede bozguna uğrattılar. Sargon I, Mezopotamya`yı, Dicle`nin doğusundaki Elam`ı, Suriye`nin Akdeniz`e kadar uzanan bir bölümünü, Anadolu`nun bir bölümünü ele geçirdi. Tanrılaştırılan bu kral-tanrı, tek bir merkezden yönetilen büyük bir devlet kurdu; devletin başkenti, Akkad ülkesinde yeralan Akkad ya da Agade kentiydi. Sargon I döneminden (İ.Ö. 2350-2300) sonra, sırayla parlak ve sıkıntılı dönemler birbirini izledi: İstilacılar (İranlı Gutiler, batıdan gelen Samiler ve doğudan gelen Elamlılar), Sümer- Akkad İmparatorluğu`nu tehdit etmeye başladılar. Bütün bu dönem süresince, Akkadlar ile Sümerler arasında hiçbir) ırk çatışması çıkmadı. Tanrılarına karşılıklı saygı gösterdiler. İ.Ö. 2000 yılından sonra, samileştirme hareketi geliştiyse de, kültür dili olarak Sümerce tıep kullanıldı. Sümer-Akkad İmparatorluğu uzun yıllar yaşadıktan sonra, zamanla birçok küçük devlete bölündü ve Mezopotamya tarihinin merkezi yer değiştirdi. BABİLLİLER Sami ırkından olan Babilliler, İ.Ö. 2050`ye doğru Babil ("Tanrının kapısı") kentine yerleşip, daha sonra Kaidelileri ve Sümerlerin dışındaki yerli halk ile Sami karışımından oluşan Asurluları egemenlikleri altına aldılar. Çok geçmeden, birbirinden güçlü hükümdarlarıyla, Babil`i bölgenin siyaset ve din merkezi haline getirdiler. Hammurabi döneminde (İ.Ö. 1792`ye d.-İ.Ö. 1750), Babil uygarlığı doruk noktasına ulaştı; güneydeki sülaleler ile kuzeydeki Asurlular da, çok ustaca güdülen bir siyasetle egemenlik altına alındı. Hammurabi, silah gücüyle, Suriye`den İran`a ve güneyde Basra körfezine kadar uzanan güçlü bir imparatorluk kurdu. Her yerde Babil tanrısı Marduk`a saygı gösterilmesini ve Sami dili kullanılmasını zorunlu kıldı. Bayındırlık alanında önemli çalışmalar yaptırarak (Fırat ile Basra körfezi arasında uzun bir kanal açtırdı), imparatorluk ekonomisinin gelişmesini hızlandırdı; ticareti destekledi. Bütün bunların yanı sıra, düzenli kurumlar oluşturdu; kendi adını taşıyan yasaları koydu. Susa yıkıntılarında ele geçen bu yasalar, 2,25 m yükseklikteki siyah diyoritten bir jdikilitaş üstüne yazılmıştır. Kısasa kısas ilkesine göre hazırlanmış olan "Hammurabi yasalari`ndan, kralın, uyruklarının yaşamıyla ve mülkiyet hakkıyla ne kadaryakından ilgilendiği anlaşılmaktadır. Ama koyduğu cezalarson derece ağırdır(kırbaçlama, dilin koparılması, ölüm). Bütün bu gelişmelere karşın, Hammurabi`nin kurduğu imparatorluk çok yaşamadı. İ.Ö. XVI. yy`da, kuzeyden gelen Hititler, Babil`i yağmaladılar, sonra da Ana- dolu`ya geri döndüler. Hititlerden sonra, dağlı bir halk olan Kassitler, Babil`i ele geçirerek yerleştilerse de, bozguna uğrattıkları ulusun uygarlığını benimsediler. İ.Ö. XII. yy`daysa, yavaş yavaş güçlenen Asurlular, Me zopotamya`daki zopotamya`daki rakipleri Hititlerin ve Kassitlerin zayıflamasından yararlanarak, onları yenilgiye uğrattılar. O tarihten sonra, Asur hükümdarları |doğuya egemen oldular. ASUR İM PARATORLUĞU Güçlü, hareketli, aynı zamanda da acımasız ve kan dökücü bir halk olan Asurlular, korkunç savaşlarla büyük zaferler kazandılar. Asur ordusu çok iyi örgütlenmişti. Mızraklı askerler ve okçular, örme zırhlar giyerlerdi; savaş arabaları çok çabuk yer değiştirebiliyordu; kuşatma gereçleri son derece gelişmişti. Ayrıca, gerçek bir süvari sınıfı da tarihte ilk olarak Asur ordusunda kurulmuştu. Ne var ki, bu yırtıcı insanlar, kazandıkları her zaferin ardından, ele geçirdikleri savaş tutsaklarına büyük işkenceler yapıyor, işgal ettikleri ülkelerdeki insanları ya öl- dürüyorya da sürüyor, ülkeyi sistemli biçimde yakıp yıkıyorlardı. Asurluların ilk büyük kralı, Tiglatpileser I (İ.Ö. 1112- İ.Ö.1074) olmakla birlikte, Asur İmparatorluğu, özellikle Sargonlar sülalesi (İ.Ö. 721-İ.Ö. 610) zamanında en parlak dönemini yaşadı. Başkent Ninova`da, Sargon II (İ.Ö. 727`den İ.Ö. 705`e) büyük bir saray yaptırdı ve önemli bir kitaplık kurdurdu. Sargon ll`nin yerinegeçen Sanherib (İ.Ö. 705`ten-İ.Ö. 681 `e), Basra körfezi kıyılarındaki halkları boyunduruk altına alabilmek için bir donanma yaptırarak, Fenike ve Filistin kıyılarını bütünüyle ele geçirdi. Asurbanipal döneminde (İ.Ö. 668-İ.Ö. 626), imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştı; Asur toprakları, Anadolu`nun merkezinden Basra körfezine, Karadeniz`den günümüzdeki Etyopya`ya kadar uzanıyordu. Son derece acımasız ve savaşçı bir hükümdar olan Asurbanipal, bu arada kültür sorunlarına da eğilerek, Ninova kitaplığını 30 000 levhadan çok yapıtla donattı (bu yazılar, şiir, edebiyat, tarih, hekimlik, astronomi ko- nularındaydı; ayrıca aralarında iktisatla ilgili belgeler de bulunuyordu) ve kitaplığa kendi adını verdi. Henüz bütünlüğü tam olarak sağlamamış bu uçsuz bucaksız imparatorlukta, sürekli ayaklanmalar patlak veriyordu. Gerçekten de Asurlular, yenilgiye uğrattıkları ülkeleri örgütlemeyi bilmiyor, yalnızca birvergi koyuyor ve imparatorluğu, halkı korkutarak ayakta tutabiliyorlardı. Bu büyük imparatorluk, Asurbanipal`in ölümünden sonra, Avrupa`dan gelen İskitler tarafından istila edildi; daha sonra Medler, Persler ve Babilliler birle- şerek, imparatorluğa son darbeyi indirdiler; Ninova İ.Ö. 612`de alındı ve yerle bir edildi. Babil kralları, Asur İmparatorluğu`nun^en büyük bölümünü elde ettiler ve Asurluların egemenliğinden kurtulabilmek için canla başla savaştılar. YENİ BABİL KRALLIĞI Kaideli bir general olan Nabupolassar (İ.Ö. 626`dan- İ.Ö. 604`e) ve oğlu Nabukodonosor II (İ.Ö. 604`ten- İ.Ö. 562`ye), Babil`i yeniden güçlendirmeyi başardılar. Nabukodonosor II, Babil`i büyük bir başkent haline getirdi: Çevresi 45 km olan bu kentteki yolların güzelliği dillere destandı; "asma bahçeleri"yse, dünyanın yedi harikasından biriydi. Nabukodonosor II, daha sonra Suriye ve Filistin`i ele geçirerek, Kudüs`teki Yahudileri tutsak etti. Ne var ki, İ.Ö. 539`da, Doğu`dan gelen Pers kralı Keyhüsrev, hiç beklenmedik bir anda Babil`i ele geçirdi. Böylece, Babil Krallığı tarihe karıştı; ama Babil kentine el sürülmedi. Kent, İ.Ö. 331`de Büyük İskender`in eline geçinceye kadar Perslerin bir eyaleti olarak kaldı. M EZOPOTAM YA U YG ARLIĞ I Din ve bilim. Çoktanrılı bir dinden olan Mezopotamya- lılar, önceleri büyük doğa güçlerini, daha sonra da kendilerini etkileyen ve büyük inançla bağlı oldukları yıldızları tanrılaştırdılar. Kötü güçleri kovmak gerektiğine inandıkları için, büyü, dinin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Ayrıca, geleceği okumak ve tanrıların isteklerini öğrenmek gerektiğine inanıldığından, gelecekten haber almak için birçok yönteme başvuruldu; kâhinler ve büyücüler, tanrıların isteklerini öğrenip yorumlamakla görevlendirildiler: Günümüzde bile yaygın olan birçok boşinanç, Mezopotamya kökenlidir. Bu arada din, hekimlik, özellikle de astronomi gibi gerçek bilimlerin doğmasına da yardım etti. Tanrıların yıldızlarla özdeşleştirilmesi, astronomi olaylarının çok yakından incelenmesine yol açtı. Gök cisimleri, tutulma olayları, ay takvimi ve güneş saatiyle ilgili ilk bilgiler, Kaideli gökbilimcilertarafından elde edildi. Astronominin genel gelişmesinde, gözleme büyük önem veren ve ölçme işlemlerini ustalıkla yapan Kaideliler büyük rol oynadılar. Ayrıca, zaman ölçümünü buldular ve günümüze kadar gelen gerçek bir tartı ve ölçü sistemi oluşturdular. Bütün bu bilgilerin kaynağında, son derece dikkatli gözlemler yeralmaktaydı. Ne var ki, tanrıların bir bağışı olarak benimsenen bu bilgilerden yararlanılır, ama nedenleri araştırılmazdı. Öte yandan edebiyat da, bilim gibi çoğunlukla dinle içiçeydi. Yaratılış ve Cılgamış destanları gibi büyük yapıtlarda, acı çekme, ölüm gibi önemli sorunlara bir çözüm getirmeye çalışılıyordu. Mimarlık ve sanat. Mezopotamya mimarlığının en önemli anıtları, tapınak ve saraylardır. Her tapınakta "ziggurat" denilen ve çokrenkli katlardan oluşan, kare biçimli bir kule vardır. En yüksek (90 m) ziggurat, Nabu- kodonosor II tarafından Babil`de yaptırılmıştır: "Etena- manki kulesi" ya da "yer ve göğün kurulduğu ev" (bunun, ünlü Babil kulesi olduğu sanılır). Ninova ve Babil`deki saraylar, çok büyük ve geometrik biçimliydi. Mezopotamya anıtlarına özgü killi tuğladan yapılma duvarların tekdüzeliği, son derece gösterişli süslerle renklendirilmişti; saraylar, büyük boyutlu alçak kabartmalarla {Yaralı Aslan, British Muse- um; vb.), resimlerle, çokrenkli sırla kaplı tuğlalarla süslüydü.Mezopotamya uygarlığına en çok, Sümer halklarının katkısı olmuştur. Tarım işlerinde çok usta olan Sümerle- rin, buğday ve arpa gibi tahılların tarımını ve tereyağ yapımını ilk gerçekleştiren kişileroldukları sanılır. Kanallar açmayı, kentler kurmayı çok iyi bilen Sümerler, çalışma tekniklerini öbür Mezopotamya halklarına da öğreterek, bu tekniklerin günden güne gelişmesini sağlamış- ` lardır. Birçok Asur anıtında kullanılan tonozun da, Sümer- lere dayanan bir buluş olduğu sanılır. Öbür Mezopotamya halklarının uygarlığından daha sonra oluşan Sümer uygarlığı, özgünlük ve yenilik açısından daha üstündür. Sert insanlar olan Asurlularsa, özellikle hukuk bilimini ve savaş sanatını geliştirmişlerdir. Mezopotamya uygarlığı, Eskiçağ boyunca, eski Yunanlılar, Romalılar, Araplarve Bizanslılaryoluyla, artarda kurulan ve Akdeniz çevresine yayılan imparatorluklara, onlar aracılığıyla da, Batı dünyasına aktarılmıştır
Minnesota
ABD`nin orta-kuzeybatı kesiminde eyalet. Sınırlarının büyük bölümü doğal su yollarıyla çizilen Minnesota, kuzeyde ve kuzeybatıda Manitoba ve Ontario eyaletlerinden VVoodsgölü, Rainy ırmağı, Pigeon ırmağı, Supe- rior gölü ve birçok küçük gölle, doğuda Mississippi eyaletinden Superior gölü ile Saint Croix ve Mississippi ırmaklarıyla, batıda ve kuzeyde Dakota eyaletinden Red ırmağı, Big Stone gölü ve Traverse gölüyle ayrılır. Güneyde İovva eyaletiyle sınırlı olan Minnesota`nın yüzölçümü 225 182 km2, nüfusu 4 255 039, merkezi St. Paul, en büyük kenti Minneapolis`tir. Yağışlı kara iklimi etkisindeki eyalette, ocak ayı ortalama sıcaklıkları kuzeybatıda -17 °C`tan, güneydoğuda -9 °C`a, temmuz ayı ortalama sıcaklıkları da kuzeydoğuda 15 °C`tan güneybatıda 23 "C`a kadar değişir. Yıllık yağış ortalamaları güneydoğu .
“ABD`nin orta-kuzeybatı kesiminde eyalet. Sınırlarının büyük bölümü doğal su yollarıyla çizilen Minnesota, kuzeyde ve kuzeybatıda Manitoba ve Ontario eyaletlerinden VVoodsgölü, Rainy ırmağı, “
ABD`nin orta-kuzeybatı kesiminde eyalet. Sınırlarının
ABD`nin orta-kuzeybatı kesiminde eyalet. Sınırlarının büyük bölümü doğal su yollarıyla çizilen Minnesota, kuzeyde ve kuzeybatıda Manitoba ve Ontario eyaletlerinden VVoodsgölü, Rainy ırmağı, Pigeon ırmağı, Supe- rior gölü ve birçok küçük gölle, doğuda Mississippi eyaletinden Superior gölü ile Saint Croix ve Mississippi ırmaklarıyla, batıda ve kuzeyde Dakota eyaletinden Red ırmağı, Big Stone gölü ve Traverse gölüyle ayrılır. Güneyde İovva eyaletiyle sınırlı olan Minnesota`nın yüzölçümü 225 182 km2, nüfusu 4 255 039, merkezi St. Paul, en büyük kenti Minneapolis`tir. Yağışlı kara iklimi etkisindeki eyalette, ocak ayı ortalama sıcaklıkları kuzeybatıda -17 °C`tan, güneydoğuda -9 °C`a, temmuz ayı ortalama sıcaklıkları da kuzeydoğuda 15 °C`tan güneybatıda 23 "C`a kadar değişir. Yıllık yağış ortalamaları güneydoğu uçta 823 mm`den, kuzeybatı uçta 483 mm`ye düşer. Başlıca gelir kaynağını turizmin (yılda 4 milyar dolar gelir sağlar) oluşturduğu eyalette, sanayi (bilgisayar ve sanayi makineleri yapımı; basımcılık ve yayıncılık; ormancılık ürünleri sanayisi; besin sanayisi) ile özellikle güney ve güneybatı kesimlerde ve Red ırmağı vadisinde tarım (yulaf, şekerpancarı, buğday, ayçiçeği, pirinç, soyafasulyesi, vb. yetiştiriciliği) da büyük ölçüde gelişmiştir. TARİH İlk olarak Vikinglerin (1362`ye d.) uğradıkları, daha sonra Fransız gezginleri tarafından bulunan günümüzdeki Minnesota eyaleti toprakları, Kuzey Amerika`daki Fransız sömürgesinin bir bölümünü oluşturup, 1763`te Paris Antlaşması`yla İngilizlere bırakıldı. 1819`dan sonra ilk yerleşmeler kurulup, 1855`te ABD`nin 32. eyaleti oldu. 1862`de Kızılderili kabilelerinden Sioux`ların başlattıkları ayaklanma kanlı biçimde bastırıldı.
George Richards Minot
.
“ABD`li hekim ve fizyoloji uzmanı (Boston 1885-ay.y. 1950). Harvard Üniversitesi`ni bitirip (1912), John Hop- kins, Massachusetts, Huntington Memorial ve Peter Bent Brigham hastanelerinde çalışan George “
ABD`li hekim ve fizyoloji uzmanı (Boston 1885-ay.y.
ABD`li hekim ve fizyoloji uzmanı (Boston 1885-ay.y. 1950). Harvard Üniversitesi`ni bitirip (1912), John Hop- kins, Massachusetts, Huntington Memorial ve Peter Bent Brigham hastanelerinde çalışan George Richards Minot, bedendeki bir vitaminin eksikliği sonucu ortaya çıkan beslenme yetersizliğinin kansızlığa yol açabileceğini bulup, hastalarını karaciğerle besleyerek hastalığı tedavi etmiş (1940 yıllarında, karaciğerdeki iyileştirici maddenin, B12 vitamini olduğu anlaşıldı), şeker hastalığıyla ilgili çalışmalar da yapıp, 1934`te Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü`nü George Whipple ve W. P. Murphy`le paylaşmıştır.