eski Roma
Eskiçağ`daki başlıca devletlerden biri. İtalya`nın orta kesimimdeki Latium (günümüzde Lazio) bölgesinde, Tiber (günümüzde Tevere) ırmağı kenarındaki küçük bir yerleşmeden bütün Akdeniz dünyasını kaplayan dev boyutlu bir imparatorluğa dönüşen ve çağdaş Batı uygarlığının temelini oluşturan bir uygarlık geliştiren eski Roma`nın tarihinde üç ana evre ayırt edilir: Roma kentinin efsanevi kuruluşundan İ.Ö. 509`a kadar süren krallık dönemi; İ.Ö. 509`dan İ.Ö. 31`e kadar süren cumhuriyet dönemi; İ.Ö. 31`den İ.S. 476`da Roma kentinin, Germen kabile reislerinden Odoaker tarafından alınmasına kadar süren imparatorluk dönemi. Askerliğe, yönetime ve hukuka olan yatkınlıkları Romalıları nitelendiren başlıca özelliklerdir. Kararlı ama temkinli emperyalistler olan Romalılar, askerî disiplin kadar, ustalıklı diplomatlığa .
“Eskiçağ`daki başlıca devletlerden biri. İtalya`nın orta kesimimdeki Latium (günümüzde Lazio) bölgesinde, Tiber (günümüzde Tevere) ırmağı kenarındaki küçük bir yerleşmeden bütün “
Eskiçağ`daki başlıca devletlerden biri. İtalya`nın
Eskiçağ`daki başlıca devletlerden biri. İtalya`nın orta
kesimimdeki Latium (günümüzde Lazio) bölgesinde,
Tiber (günümüzde Tevere) ırmağı kenarındaki küçük
bir yerleşmeden bütün Akdeniz dünyasını kaplayan
dev boyutlu bir imparatorluğa dönüşen ve çağdaş Batı
uygarlığının temelini oluşturan bir uygarlık geliştiren eski
Roma`nın tarihinde üç ana evre ayırt edilir: Roma
kentinin efsanevi kuruluşundan İ.Ö. 509`a kadar süren
krallık dönemi; İ.Ö. 509`dan İ.Ö. 31`e kadar süren
cumhuriyet dönemi; İ.Ö. 31`den İ.S. 476`da Roma
kentinin, Germen kabile reislerinden Odoaker tarafından
alınmasına kadar süren imparatorluk dönemi.
Askerliğe, yönetime ve hukuka olan yatkınlıkları Romalıları
nitelendiren başlıca özelliklerdir. Kararlı ama
temkinli emperyalistler olan Romalılar, askerî disiplin
kadar, ustalıklı diplomatlığa da değer vermişlerdir. Eski
Yunanistan`ı ele geçirip, eski Yunan kültürünü benimseyerek,
Ortaçağ dünyasına aktarmışlar, ama Yunanlı
ların tersine, devlet ve toplum konusunda felsefi bir kuram
geliştirmemiş, yalnızca iktidar ve hukukun uygulayıcı
yönlerini almışlardır. İmparatorluk döneminde doruk
noktasına ulaşan Roma hukuku, dile getiriliş açıklığı
ve düşünce mantıklılığı açısından eşsiz, ama temelinde
eşitsizliğe ve toplumsal ön yargıya dayalı bir hukuktur ve Romalılardan sonraki Batı dünyasına da bu özellikleriyle
aktarılmıştır.
ROMA TARİHİNİN BAŞLANGICI: KRALLIK DÖNEMİ
Efsaneye göre, Roma, Aeneas`ın (Yunanca Aineias) torunları
tarafından kuruldu. Truva düştükten sonra İtalya
topraklarına kaçan Truvalı savaşçı Aeneas`ın soyundan
gelen Rhea Silvia`nın, tanrı Mars`tan gebe kalarak do
ğurduğu Remus ve Romulus adlı ikiz kardeşleri bir ormanda
bırakıp kaçmasından sonra, ikizlerin çığlıklarını
işiten bir dişi kurt, onları emzirerek büyüttü. İkiz kardeş
ler, Roma`nın yedi tepesinden biri olan Palatium`da bir
kent kurarak, bir süre birlikte yönettiler. Sonra aralarında
anlaşmazlık başgösterince dövüştüler ve kardeşini
öldüren Romulus, kenti tek başına yönetmeye başladı.
Efsaneye göre Roma İ.Ö. 21 Nisan 753`te kurulmuştur:
Eski Romalıların her yıl kutladıkları 21 Nisan günü, İtalya`da
hâlâ ulusal bir bayramdır.
Roma kenti yöresinde ilk insan yerleşmesinin izleri,
Tunç Devri`ne (İ.Ö. 1500`e d.) dayanır. Ama yerleşmelerin
sürekliliğini kanıtlayan arkeoloji bulgularının en eskisi,
ancak VIII. yy`dan kalmadır ve iki farklı, ama birbiriyle
yakın ilişkili halkın (Latinler ve Sabinler) bir arada
yaşadıklarını, Şahinlerin Osk dili konuşmalarına karşılık,
Romalıların dilinin, en eski tarihlerden başlayarak Latince
olduğunu kanıtlamaktadır.
VII. yy`da Latin ve Sabin köyleri, Tiber`in doğu (ya da
sol) kıyısında, ırmak ağzının yaklaşık 24 km uzağında,
biraraya gelerek tek bir kent oluşturdular. Tepelerde
kurulan, kalelerle korunan kent, Tiber`in sığlık yerlerini
ve orta kesimdeki yaylalara uzanan ticaret yollarını denetim
altında tutuyordu. O tarihten başlayarak hızla gelişen Roma kenti, çok geçmeden Latium bölgesindeki
en zengin ve en güçlü kent haline geldi.
Latin krallar. Gerçekleri efsaneyle büyük ölçüde karıştı
ran daha sonraki tarihçilere göre, Romulus`tan sonra
tahta, Numa Pompilius (İ.Ö. 715-673) çıktı. Uzun iktidarı
barış içinde geçen Numa`nın döneminde, Roma
dininin ve Roma hukukunun temelleri atıldı. Gene efsaneye
göre, Latin krallarının dördüncüsü olan Ancus
Marcius (İ.Ö. 641-616), Pleb sınıfını kurup, Tiber üstündeki
iki kıyıyı bağlayan ilk köprüyü yaptırdı: Tiber köprüsünün
yapılması, Romalılara topraklarını batıya, denize
doğru genişletme olanağını sağladı.
Etrüsk kralları. Latium bölgesinin kuzeybatısındaki Etruria
bölgesinin uygarlık bakımından Romalılardan daha ileri olan halkı Etrüskler, kendi krallık sülaleri Tarquinus
ailesi üyelerini, İ.Ö. VII. yy. sonlarında Roma tahtına çı
karmayı başardılar. LuciusTarquinius Priscus (Yaşlı Tarquinius),
ServiusTullius(İ.Ö. 578`ed.-İ.Ö. 535)ve Lucius
Tarquinius Superbus (Gururlu Tarquinius) adlı birbirini
izleyen Etrüsk kralları, genel olarak, Roma`nın gü
cünü ve etkisini genişlettiler: Bu krallar döneminde bataklıklar
kurutuldu; Latium`un büyük bir bölümü Roma
egemenliği altına alındı; Capitolium tapınağı, Circus
Maximus ve eski Forum yapıldı.
Efsaneye göre, Tarquinius sülalesinin devrilmesine
Tarquinius Süperhus`un oğlu Sextus Tarquinius yol açtı:
Bakire bir kız olan Lucrezia`yı kaçırıp, tecavüz etmesine
öfkelenen Romalılar ayaklanıp, babası Tarquinius
Superbus`u, İ.Ö. 510`da Roma tahtından indirdiler.
Krallığın danışma kurulu olarak gelişmiş Roma Senatosu,
kentin artık krallar tarafından yönetilmemesi kararı
aldı.
CUMHURİYET DÖNEMİ
Efsaneye göre İ.Ö. 509`da kurulmuş olan Roma Cumhuriyeti`nin
yönetimi, aristokrasiye dayanıyordu. Cumhuriyetin
başında Senato ile daha sonra `konsül` diye
adlandırılacak olan görevliler (magistratuslar) bulunuyordu.
Genellikle iki kişi olan magistratuslar, her yıl Senato
tarafından seçiliyordu.
Patricilere karşı piebler. Senato, toplumun üst sınıfı olan
patricilerden (patriciuslar) oluşuyordu. Yurttaşların bü
yük çoğunluğunu oluşturan halk tabakası pleblerin
{plebiuslar), devlet yönetiminde görev almaları engellenmişti.
İ.O. V. yy. başlarında ayaklanan piebler, Senato`yu
zorlayarak kendi temsilcileri olan tribunu s`ar
yönetim işlerinde görev almasını sağladılar.
İ.Ö. 445`te patriciler ile piebler arasında evlenmeyi
yasaklayan yasa kaldırıldı. Zamanla bütün devlet dairelerinde
görev almayı başaran piebler, İ.Ö. 366`da konsüllük
hakkını da kazandılar. Sınıflar arasındaki bu sava
şım 200 yıl sürdü ve sonunda İ.Ö. 287`de Pleb yasaları
nın (Concilium Plebisadn verilen Piebler Meclisi`nin oyladığı
yasalar) çıkarılmasıyla, piebler ve patricilerin eşit
haklı eşit yurttaşlar haline getirilmesiyle sona erdi. Bu
gelişmeden en çok yarar sağlayan bazı pleb aileleri,
servetlerini artırıp, yönetimde yüksek görevlere gelerek,
patricilerle kaynaştılar ve `soylular sınıfı` adı verilen
yeni bir yönetici sınıf oluşturdular.
İtalya`nın fethi. İçteki çekişmelere karşın, Roma, cumhuriyet
döneminin başlangıç yıllarında da yayılmasını
sürdürdü. Romalılar Latin Birliği`yle (Latium`daki öbür
kentlerin oluşturdukları ittifak) uzun süre savaştıktan
sonra, İ.Ö. 493`te bir ittifak antlaşması imzaladılar. Zamanla
bütün Latium bölgesine egemen olan Roma, ittifakın
öbür kentlerinin de yardımıyla, bölgeye baskı uygulayan
çeşitli dağ kabilelerini altetmeyi başardı: İ.Ö.
396`da, Etrüsk kenti Veii yok edildi. Ama çok geçmeden,
Roma Cumhuriyeti büyük bir yıkımla karşı karşıya
kaldı: Kelt kökenli Galya kabileleri, Alpler`i aşarak Etrüsk
savunmasını yardılar ve İ.Ö. 390`da Roma`yı yağmaladılar. Bununla birlikte, Romalılar, askerî disiplin ve
kurnazca bir diplomasi aracılığıyla, bölgede eski ege-
ı menliklerini yeniden kurmayı başardılar. Bağımsızlıkla-
! rını elde etmeye kalkışan öbür Latiumluları, Latin Sava-
şı`nda (İ.Ö. 340-338) yenip, Latin Birliği`ni dağıttılar.
Sonra bölgeyi tehdit eden savaşçı Samnitlerle de bir dizi
savaşa (İ.O. 343-290) sürüklendiler.
Sonunda Romalılar, düşmanları arasındaki anlaş
mazlıklardan da yararlanarak, Samnitler, Umbrialılar,
Etrüskler, hattâ Galyalıların oluşturdukları ittifakın birliklerini,
Sentinum`da (günümüzde Sassoferrato) ağır bir
yenilgiye uğratmayı başardılar (İ.Ö. 295). Bunu, İtalya`nın
güney kesimindeki Yunan kenti Tarentum`la (gü
nümüzde Taranto) çarpışmalar izledi (İ.Ö. 282-İ.Ö.
272). Tarentumluiarın yardımına koşan Yunanlı Epir
kralı Pyrrhos, büyük kayıplar vermesine karşın Romalı
ları iki savaşta altetmeyi başardıysa da, sonuçta İ.Ö.
275`te İtalya`dan ayrılmak zorunda kaldı. İ.Ö. 272`de
Tarentum`un ele geçirilmesiyle, Roma, aşağı yukarı bü
tün İtalya`ya egemen oldu.
Romalılar İtalya`nın orta ve gürıey kesimlerinde kurdukları
egemenliği pekiştirmek için, iki olağanüstü yöntem
geliştirdiler. Bunun birincisi, ele geçirilen topraklarda
yaşayan halkların/mur7/c/p/umllardan(sınırlıyönetim
ve yargı özerkliği bulunan kentler) vefco/on/1 lerdenl(Romalı
ve Latin askerî valilerin yönetimine verilen bölgeler)oluşan
birağoluşturularak, romalılaştırılması ve hızla
romalılaşan, Roma`ya bağlılığını kanıtlayan bazı kentlerin
ve halkların tam Roma yurttaşlığı verilerek ödüllendirilmesiydi.
İkincisi, yenilgiye uğratılan öbür kentler
ve halkların, foedus adı verilen antlaşmalar aracılığıyla
`müttefik` statüsü tanınıp, Roma`nın savaşlarına asker
vermek zorunda bırakılrpası ve bağımsız bir dış siyaset
izlemelerinin engellenmesiydi. Böylece İtalya`da sağ
lam bir birlik kuran Roma, küçük bir siteden, Akdeniz
bölgesine egemen olan bir devlete dönüştü. İ.Ö.
,264`te yaklaşık 135 000 km2 alanı kaplayan Roma İtalyası`nda,
292 000 Romalı (erkek) `yurttaş` ve 700 000
kadar `müttefik` yaşamaktaydı.
Birinci ve İkinci Pön savaşları.! İtalya`nın fethinden sonra,
Roma, dışta yeni düşmanlarla çatıştı. Kuzey Afrika`da
zengin bir Fenike kenti olan Kartaca, Sardinya,
Korsika ve Sicilya`nın bir parçasına kadar uzanan bir
deniz imparatorluğu kurmuştu. Akdeniz havzasının tahıl
deposu olan Sicilya adasına egemen olma konusunda
Roma ile Kartaca arasında başlayan çekişme, Pön
Savaşları`na yol açtı. (Ayrıca Bk. PÖN SAVAŞLARI.)
Birinci Pön Savaşı (İ.Ö. 264-İ.Ö. 241), Sicilya`daki
Messana (günümüzde Messina) ve Syrakusai (günü
müzde Siracusa) arasındaki bir çatışma yüzünden patlak
verdi. Romalılar, Syrakusai`yle ittifak yapıp, Sicilya`yı
istila ederek, adanın çevresindeki denizler Kartaca`nın
denetimi altında olduğundan, denizci bir halk olmadıkları
halde, bir donanma kurdular ve Kartacalıları
birkaç deniz savaşında yendiler. Sonunda, İ.Ö. 241 `de
Kartaca donanmasını Sicilya`nın batı burnu yakınlarındaki Aegates (günümüzde Egadi) adaları açıklarında
bozguna uğrattılar. Sicilya`dan vaz geçmek zorunda
kalan Kartaca`nın, ayrıca yüklü bir savaş tazminatı ödemeyi
de kabul etmesiyle, Roma, gücünü kabul ettirmiş
olduysa da, bu zafer ona pahalıya mal olmuş, yurttaşlarının
yaklaşık % 20`si savaşta ölmüştü.
Bu sarsıntıya karşın, Romalılar yayılmayı sürdürüp,
İ.Ö. 238`de Sardinya`yı ve Korsika`yı ele geçirdiler.
Kartaca durumu protesto ettiyse de, sonunda ek birtazminat
ödemek zorunda kaldı. İ.Ö. 237`de İspanya`ya
gönderilen Kartacalı komutan Hamilkar Barkas`ın geniş
alanları ele geçirmesini bir meydan okuma sayan Romalılar,
İspanya ve Afrika`yı istilaya karar verdiler. Ama
Annibal adlı Kartacalı komutan, bu tasarılarını geciktirdi:
İkinci Pön Savaşı`nda (İ.Ö. 218-İ.Ö. 201) İspanya`dan
yürüyüşe geçen Annibal, Pireneler`i, Galya`nın
güney kesimini ve Alpler`i aşıp, İ.Ö. 218 sonbaharında
İtalya`ya girdi. Romalılar Trebia`da (İ.Ö. 218), Trasimeno
gölü çevresinde (İ.Ö. 217), özellikle de Güney İtalya`daki
Cannae`de (İ.Ö. 216), büyük kayıplar vererek
art arda yenilgilere uğradılar. Önce Kuzey İtalya`daki
Galyalılar Annibal`in ordusuna katılırken, sonra Samnitlerve
İtalya`nın güney kesiminde yaşayan halkların ço
ğu, Roma`yı bir başına bıraktılar.
Romalılargene de, yenilgiyi kabul etmeye yanaşmadılar.
Romalı general Quintus Fabius Maximus, başarılı
savaş taktikleriyle Kartaca kuwetlerini yıpratarak, adım
adım etkisiz duruma getirmeyi başardı. Bu arada İspanya`ya
da bir ordu gönderen Romalılar, Annibal`in Kartaca`dan herhangi bir destek güç almasını önlediler. Ordusunu
geniş bir alana yaymak zorunda kalan Annibal,
eie geçirdiği topraklarda saldırıdan savunma durumunu
geçmek zorunda kaldı. İspanya`daki Roma kuwetlerinin
komutanlığına, daha sonra Büyük Scipio Africanus
diye adlandırılacak olan Publius Cornelius Scipio`nun
getirilmesiyle, İ.Ö. 210`da, savaşın gidişi değiş
ti. Kartacalıları iki kez yenmeyi başaran Scipio, İspanya`daki
egemenliklerine son verip, İ.Ö. 204`te Roma
ordusunun başında Afrika`yı istila harekâtını başlattı.
Ardında yıkılmış bir İtalya ve boşuna kazanılmış parlak
zaferler bırakarak İ.Ö. 203`te yurduna dönmüş ve gö
revden alınmış olan Annibal, Kartaca hükümeti tarafından
yemden görev başına çağrıldıysa da, Kartacalılar
İ.Ö. 202`de Zama`da tam bir bozguna uğrarken, Annibal
de, Scipio`nun karşısında ilk yenilgisini aldı. Bununla
birlikte, sağlam surlarla çevrili Kartaca kentini ele ge-
çiremeyeceğini anlayan Scipio, bir barış antlaşmasıyla
savaşa son verdi. Kartaca, donanmasını teslim edip,
yüklü bir savaş tazminatı ödeyerek, Roma`ya bağımlı
`müttefiklerden` biri haline geldi ve Akdeniz`de Roma`ya
rakip bir güç olmaktan çıktı.
Makedonya ve Suriye savaşları. Kartaca`yla savaş sürerken,
Roma ikinci bir düşmanla, Makedonya`yla da çatışmak
zorunda kaldı. İkinci Pön Savaşı sırasında Makedonya
kralı Philippos V, Roma etkisinin Doğu`ya doğru
yayılmasından kaygılanarak Annibal`le ittifak yapmıştı.
Ama diplomatlarının başarılı girişimleriyle Aitolia Birli
ğinin yardımını sağlamayı başaran Roma, Birinci Makedonya Savaşı (İ.Ö. 214-215) sırasında Philippos`u
Yunanistan`da denetim altında tutmayı başardı. Ne var
ki, Philippos ile günümüzdeki Suriye topraklarına egemen
olan Selefki kralı Antiokhos III arasında bir ittifak
yapıldığı haberi (ya da söylentileri), Roma Senatosu`nda
büyük birkaygı uyandırdı. Philippostopraklarını
Doğu yönünde genişletmeye başlayınca, Rodos ve
Pergamon`un (Bergama) Roma`yı yardıma çağırmaları
üstüne, İkinci Pön Savaşı`nın sonunda Roma`nın yurttaş
nüfusu 214 000`e düşmüş olmasına, dolayısıyla da yeni
bir savaşın hiç de sırası değilmiş gibi görünmesine kar
şın, Senato`nun önderleri durumu çok iyi değerlendirerek,
Roma`nın, savaş görmüş güçlü bir ordusu ve kendini
kanıtlamış komutanları varken, harekete geçmesi gerektiği
kararı aldırmayı başardılar. Roma`nın ültimatomunu
Phillipos`un geri çevirmesiyle başlayan ikinci
Makedonya Savaşı`nın|(İ.Ö.ı200-196) sonucunu, Teselya`daki
Kynokephaloi`de yapılan tek bir çarpışma (İ.Ö.
197) belirledi: Roma lejyonları, Makedonya falanjlarını
bozguna uğrattılar. Bunu, Makedonya`ya siyasal açı
dan vurulan darbe izledi. Romalı komutan Titus Quinctius
Flamininus, Korinthos`ta, Yunan kentlerinin Makedonya
boyunduruğundan kurtularak özgürlüğe kavuş
tuklarını açıkladı (İ.Ö. 196; aslında söz konusu küçük
Yunan devletleri, Roma`nın himayesine girmişlerdi).
Suriye Savaşı`nda (İ.Ö. 192-188), Yunanistan`ı istila
eden Antiokhos ill`ün ordusunu Romalılar, Thermopylai
geçidinde yenilgiye uğrattılar ve Anadolu`da Magnesia`da
(günümüzde Manisa) yapılan ikinci savaşta yok
ettiler (İ.Ö. 190). Donanmasını teslim etmek zorunda
kalan Suriye, bir barış antlaşmasıyla, bütün Anadolu`nun
eski düşmanının etki alanı halinegelmesini kabul
etmek zorunda kaldı. Philippos V`in oğlu Makedonya
kralı Perseus da, Roma`ya karşı şansını denemeye kalkıştıysa
(Üçüncü Makedonya Savaşı; İ.Ö. 171-İ.Ö. 168)
da, ordusu Yunanistan`da Pydna`da kılıçtan geçirildi
(İ.Ö. 168). Sonra Makedonya, bir ayaklanma denemesinin
başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, Roma`nın
eyaletlerinden biri haline geldi (İ.Ö. 148). Savaş
sırasında Roma`ya karşı tavır almış olan Akhaia Birliği
İ.Ö. 146`da yenilerek dağıtıldı ve Korinthos kenti yerle
bir edildi. Böylece bütün eski Yunan dünyasının, Roma
egemenliği altına girmesi tamamlandı.
Üçüncü Pön Savaşı ve iber yarımadası seferleri. Ne var
ki, Roma`nın Kartaca`yla anlaşmazlığı henüz sona ermemişti.
Bu Afrika devletinin yeniden toparlanacağından
kaygılanan Roma, Kartaca`nın, müttefiki Numidia`yla çatışmasını fırsat bilerek, savaş ilan etti. Böylece
başlayan üçüncü Pön Savaşı`nda (İ.O. 149-İ.Ö. 146),
Romalılar, savaş başlar başlamaz bir zafer kazandılar ve
Roma`nın bütün isteklerini kabul eden Kartacalılar, silahlarını
teslim etme kararı aldılar. Ama bununla yetinmeyen
Romalıların, Kartaca kentini boşaltmaları ve çift
çi olarak iç bölgelere yerleşmelerini istemeleri üstüne,
teslim olmaktan vazgeçen Kartacalılar, kendilerini yaklaşık
3 yıl kahramanca savundular. Sonunda Kartaca
kenti düştü ve Scipin Aemilianus`un (daha sonra Küçük
Scipio Africanus diye adlandırıldı) buyruğuyla yerle bir
edilerek, haritadan silindi (İ.Ö. 146).
Romalılar zaferden sonra, İber yarımadasındaki savaşçı
kabilelere karşı da seferler düzenlediler. Ama bu
yıpratıcı seferler, gerek çetin dağ koşulları, gerek büyük
insan yitimi, gerek ağır askerî harcamalar nedeniyle Roma`ya
pahalıya mal oldu. Gene de, Scipio Aemilianus`un
İ.Ö. 133`te Keltiberler`in merkezi Numantia`yı
alarak yerle bir etmesiyle, bu seferler de tamamlandı.
Zaten, aşağı yukarı aynı tarihlerde, Roma`nın askerî yayılma
tutkusu da sönmeye yüz tuttu.
Siyasal ve ekonomik değişiklikler. Roma`nın dış düş
manlarla yaptığı savaşlar ve ele geçirdiği uçsuz bucaksız
topraklar, Senato üyelerinin, toprak sahibi soylular
sınıfının ve eques (atlılar) sınıfının servetlerini büyük öl
çüde artırmış, equesler, kamu arazilerini, maden ve taş
ocaklarını işletme, orduya erzak sağlama, bayındırlık iş
lerini üstlenme ve vergi toplama yoluyla önemli ölçüde
zenginleşerek, yeni bir sınıf oluşturmuşlardı. Hızla geli
şen ucuz hammadde ve köle dışalımı, Roma`nın köylü
sınıfına dayalı tarım ekonomisini çökertirken, geniştopraklarda
köle emeğinden yararlanılarak işletilen latifundium`anr
(`büyük çiftlikler`) doğmasına yol açtı. Ekonomik
değişikliklerin sonuçlarından biri, Roma nüfusunun
büyük bir kesiminin işsiz kalması ve hükümetin iş
sizlere yaptığı para yardımına muhtaç duruma düşmesi
oldu. Yoksulluğa yuvarlanan işsiz kalabalıkların topraklarından
ayrılmak zorunda kalmalarıyla, kırsal kesimlerden
kentlere yoğun bir göç dalgası başladı.
Ekonomik değişiklikler aynı zamanda, sözcüğün
gerçek anlamıyla reformcuların da ortaya çıkmasına
yol açtı. Bunların en ünlüleri, Tiberius Sempronius ve
Gaius Sempronius Gracchus kardeşler oldu. İ.Ö.
133`te tribunus seçilen Tiberius S. Gracchus, soyluların
el koymuş oldukları kamu topraklarının bir bölümü
nün, topraksız ve yoksul yurttaşlara dağıtılmasını öngö
ren bir reform tasarısı hazırlayınca, doğal olarak, büyük toprak sahibi Senato üyelerinin tepkisiyle karşılaştı. Yeniden
triburıus seçilmesini Senato`nun yasadışı ilan etmesi
üstüne, yandaşları buna karşı çıktı ve patlak veren
karışıklıkta Tiberius S. Gracchus öldürüldü. Bunun üstü
ne, İ.Ö. 123`te triburıus seçilen kardeşi Gaius Sempronius
Gracchus, köklü reformlara (başta vergi sistemi ve
yargı mekanizması) giriştiyse de, tutucu kesimin tepkisi
bu reformları da engelledi ve Gaius İ.Ö. 121 `de, bir iş
sizler kalabalığı tarafından öldürüldü.
Kargaşa ve iç savaş. Gracchus kardeşlerin öldürülmesi,
yüzyıl sürecek bir kargaşa ve iç savaşlar dönemini baş
lattı. İki kardeşin reform girişimleri, Senato içinde de iki
karşıt topluluğun oluşmasına yol açmıştı: Optimatlar
(tutucu `iyimser`ler) ve Populares1 ler (reformların yapılmasında
direten halkçılar). Bu iki topluluğun kıyasıya
çekişmesi, cumhuriyeti temellerinden sarsan kargaşanın
başlıca nedenlerinden biri oldu.
Afrika`da Numidia kralı Jugurtha`ya karşı yürütülen
savaşta (İ.Ö. 112-105) uğranılan başarısızlık ve İtalya`nın
Germen halklarından Kimberler (ya da Kimbriler)
ve Tötonlar tarafından istilası, Roma`nın toplama
ordusunun yetersizliğini ortaya koydu. Bu ortamda
eques sınıfından Gaius Marius, bir general olarak sivrildi
ve yarı profesyonel bir ordu kurdu. Numidia kralı Jugurtha`yı
yendikten sonra, Germen istilacıları İtalya`dan
sürüp çıkardı (İ.Ö. 102-101). Ama barış sağlanır
sağlanmaz, askerlerinin toprak istemelerinin, oligarşi
yönetimininse onların bu isteklerini yerine getirmeyi
reddetmesinin sonuçlarından biri, eski askerler ile hırslı
generaller arasında, birbirini izleyen ittifaklar yapılması
oldu.
İ.Ö. 91`de Roma`nın İtalya`daki müttefikleri `Sosyal
Savaş` adı verilen büyük bir ayaklanma başlattılar. Bu
baskı karşısında bütün İtalyanlara yurttaşlık hakkı tanı
mak zorunda kalan Romalılar, boyun eğmeyenleri de
acımasızca ezdiler. Ardından patlak veren iç savaşta
(İ.Ö. 88-82), büyük halk kahramanı Marius`un İ.Ö.
86`da ölmesinden sonra, rakip kuwetlere komuta
eden, soyluların desteklediği Lucius Cornelius Sulla,
özel ordusuyla Roma`ya yürüyüp, yasal hükümeti da
ğıttı. Sonra kendini dictator (diktatör) seçtirerek (İ.Ö.
82-81), düşmanlarına karşı büyük bir kıyım başlattı;
muhaliflerinin topraklarını ve mülklerini yandaşlarına dağıttı. Amacı, Senato`yu ve oligarşiyi yeniden eski güç
lü konumuna kavuşturmaktı; ama bu arada toplumsalekonomik
koşulları düzeltmeyi başaramadı. Buna kar
şılık, tribunus`luk ve censodluk görevlerinin yetkilerini
büyük ölçüde ortadan kaldırdı.
Pompeius ve Sezar. Daha sonra, Roma`da iktidar sava
şımı, iki ünlü rakip Büyük Pompeius ve Jül Sezar (Julius
Caesar) arasında geçti. Başarılı generaller ve son derece
hırslı insanlarolan Pompeius ile Sezar, İ.Ö. 60`ta aralarına
Roma`nın en zengin adamı Marcus Licinius Crassus`u
da alarak, gizli bir üçlü ittifak (birinci triumvirlik ya
da `üçlü yönetim`) oluşturdular: Senato`nun muhalefetine
karşın, üçü de konsül unvanıyla yönetimi aralarında
bölüştüler. Sezar sonraki yılların büyük bölümü
nü kuzeyde, Galya Savaşları`nda başarıyla çarpışarak
geçirirken, Sezar`ın yokluğunda Pompeius, özellikle
Senato`yla ittifak yaparak, gücünü pekiştirdi. İ.Ö. 53`te
Crassus`un ölmesiyle triumvirlik kendiliğinden sona erdi.
İ.Ö. 52`de Pompeius`u tek konsül ilan eden Senato,
2 yıl/ sonra da, Galya seferini başarıyla tamamlamış
olan Sezar`a ordusunu dağıtması buyruğu verdi. Ne var
ki, durumdan kuşkulanan Sezar, ordusunu dağıtmak
yerine Rubicon ırmağını aşarak, İ.Ö. 49`da İtalya`ya girdi
ve Roma kentine yürüdü. Bunu izleyen iç savaşta, art arda yenilen Pompeius, Doğu`ya kaçmak zorunda kaldı.
Ama İspanya`da düzeni sağladıktan sonra, Pompeius`u
Yunanistan`a kadar kovalayan Sezar, sonunda onu
Farsala`da ağır bir yenilgiye uğrattı (İ.Ö. 48). Ordusundan
arta kalanlarla Mısır`a kaçan Pompeius, orada öldürüldü.
Peşinden Mısır`a giden Sezar`sa, orada sürüp
gitmekte olan iç savaşa karışmak zorunda kaldı ve gö
nül ilişkisi kurduğu Kleopatra`yı, Mısır kraliçesi olarak
tahta çıkardı.
Sonra bir dizi sefer düzenleyen Sezar, İ.Ö. 47`de
Anadolu`da Zela`da (günümüzde Zile), Kuzey Afrika`da
Thapsus`da (İ.Ö. 46) ve İspanya`da Munda`da
(İ.Ö. 45), art arda parlak zaferler kazandı. Roma`ya dö
nünce de, yönetimi sıkıca denetimi altına aldıktan sonra,
yasaları ve koloni yönetimlerini yeniden düzenlemeye
girişti. Sezar döneminde Roma, bütün İtalya`yı,
Galya`yı, İspanya`yı, Numidia`yı, Makedonya`yı, Yunanistan`ı,
Filistin`i, Mısır`ı ve bütün Akdeniz adalarını
egemenliği altında topladı. Yunan sanatı ve felsefesi,
Roma kültürünü derinlemesine etkiledi ve Roma, kendisini
`barbar halkları` uygarlaştırmakla görevli bir devlet
olarak görmeye başladı.
İ.Ö. 44`te dictator ilan edilen Sezar, bir monarşi sistemi
kurmaya yöneldiyse de, kurduğu otokrasi yönetimi,
15 Mart`ta sona erdirildi: Marcus Junius Brutus ve
Gaius Cassius Longinus`un önderliğinde harekete ge
çen cumhuriyetçi suikastçılar,}Sezar`ı Senato`da han
çerleyerek öldürdüler.
Cumhuriyetin çöküşü. Ne var ki, Sezar`ın muhalifleri,
onun yandaşlarının gücünü pek önemsememişler, hattâ
küçümsemişlerdi. Oysa Marcus Antonius ile Sezar`ın
yeğeninin oğlu ve evlatlığı Octavianus (daha sonra Augustus)
tarafından kışkırtılan öfkeli Sezar yanlısı topluluklar,
öç.almak için sabırsızlanıyorlardı.
Antonius, Octavianus ve Marcus Aemilius Lepidus,
yeni bir üçlü ittifak (ikinci triumvirlik) oluşturarak, bir terör
havası estirmeye başladılar ve Senato`ya yönetimlerini
zorla kabul ettirdiler. Doğu`ya >çekilen Brutus ve
Cassius, ortak ordularının Philippoi çarpışmasında (İ.Ö.
42) bozguna uğramasından sonra, intihar ettiler.
Roma`da konumunu gün geçtikçe güçlendiren Octavianus`un,
İ.Ö. 36`da Lepidus`u saf dışı etmesi üstü
ne, triumvirlik bozuldu. Prokonsül olarak Doğu`ya atanan
Antonius`un Mısır`da ayrı bir güç odağı durumuna
gelmesini çekemeyen Octavianus, birseferdüzenleyerek
Antonius ile müttefiki ve sevgilisi Mısır kraliçesi
Kleopatra`yı, Actium`da kesin bir yenilgiye uğrattı (İ.Ö.
31) ve Roma`ya bir^afer alayıyla dönerek, pr/nceps(birinci
vatandaş) unvanını aldı. Senato daha sonra ona
pek çok onur unvanı verdi; bunlar arasında en önemlisi //T7perafo/Jdu|(başkomutan ya da günümüzün terimine
f
;öre `imparator`): Cumhuriyet rejimi çökmüştü.
MPARATORLUK
Octavianus, prirıcipisdiye adlandırılan, iki yüzyıl sürecek
bir yönetim sistemi kurdu. `Birinci vatandaş tarafından
yönetilme` anlamına gelen pirirıcipis, aslında cumhuriyet
görünüşü altında gerçek bir monarşiydi. Princeps
(imparator), Senato ile halkın seçtiği komisyonlar
(Concilium Principis) aracılığıyla devlet işlerini doğrudan
yürütüyordu. Bununla birlikte, kendiliğinden işleyen
bir veraset sistemi yoktu. Bir imparator, öncekiyle
kan bağı ve akrabalık derecesi, ama özellikle erdemi ve
yeteneği gözönünde tutularak tahtın |vârisilolabiliyordu.
Ayrıca, zora başvuran herhangi bir kişi, iktidarı ele
geçirip, yeni bir sülale başlatabiliyordu.
Augustus çağı. İ.Ö. 27`de İmparator Caesar (`sezar`)
Augustus (`yüce`) unvanını ve adını alan Octavianus,
Jül Sezar`ın başlatmış olduğu reformların çoğunu ger
çekleştirip, Roma kentinde büyük bayındırlık çalışmaları
yaptırarak, edebiyat ve güzel sanatları büyük ölçü
de destekledi. Döneminde, Roma İmparatorluğu, gü
cünün doruğuna ulaştı. Düşman kalmamış olduğu için
`Pax Romana` (Roma Barışı) diye adlandırılan, 200 yıl
sürecek bir barış sürecinin başladığı bu dönemde, dü
zenli yollar ve karmaşık bir posta sistemi, imparatorlu
ğun bütünlüğünün sağlanmasında önemli rol oynadı.
Büyük bir hızla gelişen ticaret, üretim kapasitesini artırırken, geri kalmış eyaletler yalnızca bir hammadde
kaynağı olmaktan çıktı. Augustus, Senato`da da reform
yapıp, dolaylı ve dolaysız vergileri daha eşit ve dengeli
bir sisteme bağlayarak, hâzineye düzenli bir gelir akışı
sağladı; yurttaşlık hakkını belirleyen civitas`ı basitleştirip,
eyaletlerin özerk bir yapı kazanmasını hızlandırdı.
İ.S. 14`te ölmesiyle, yerine üvey oğlu Tiberius geçti.
julia-Claudia sülalesi. Augustus`un ikinci eşi Livia Drusilla`nın
oğlu Tiberius, üvey babası Augustus`un siyasetini
sürdürdü. Harcamalarında eli çok sıkı olduğundan, öldüğünde,
geride mali durumu son derece iyi bir imparatorluk
bıraktı. Bununla birlikte, hükümdarlığının son
yılları, genellikle ondan sonra yerine kimin geçeceğiyle
ilgili saray entrikaları içinde geçti.
Tiberius`un yerine geçen (İ.S. 37) yeğeni Caligula`nın
kısa hükümdarlık dönemine zulüm, işkence ve
ablaksızlık egemen oldu. Tahta çıkışından kısa süre
sonra akıl sağlığını büyük ölçüde yitiren Caligula, İ.S.
41 `de Praetoria Muhafız Alayı`ndan (Cohors Praetoria)
suikastçılar|tarafından öldürüldü1(imparatorun özel korumaları
olan bu seçkin saray muhafızları, zaman içinde
güçlü bir kuruluş haline gelmişlerdi). Caligula`nın
amcası, muhafız alayının subayları tarafından, Claudius
I unvanıyla imparator ilan edildi. Genel olarak bakıldı
ğında yetenekli bir yönetici olan, ama bazı tarihçilerin
nedense saray halkının ve eşleri Messalina ile Agrippina
ll`nin aşırı etkisinde kalmakla :suçladıkları jClaudius I,
öz oğlu Britannicus`u (41-55) değil, ikinci eşi Agrippina`nın
oğlu Neron`u l/âris ilan etti ve gene inanışa göre,
Neron`u ı`vâris`ilan ettikten sonra, Agrippina tarafından
zehirletilerek öldü.
Julia-Claudia sülalesinin son imparatoru Neron,
54`te tahta çıkıp, Lucius Annaeus Seneca`nın ve Praetoria
Muhafız Alayı komutanı Sextus Afranius Burrus`un
(öl. 62) etkileri altında bulunduğu ilk yıllarda, iyi bir yö
netim uyguladı. Ama, zamanla, annesinin ve ikinci eşi
Poppaea Sabina`nın (öl. 65) etkisine girerek, son derece kanlı bir rejime yöneldi: Britannicus`u, annesini ve
Burrus`u zehirletti; söylentiye göre, Poppaea`yı tekmeleyerek
öldürdü. 64`te Roma`yı yakmakla suçlanması
üstüne, bu suçlamaya karşı, yangından, hıristiyanları
sorumlu tutup, hıristiyanlara çeşitli yöntemlerle ağır
baskılar ve kıyımlar (Aziz Petrus ve Aziz Paulus onun
buyruğuyla öldürüldüler) uyguladı. İmparatorluğun çe
şitli yerlerinde kendisine karşı patlak veren ayaklanmaları
başaramayacağını anlayınca, 68`de intihar etti. Yerine
69`da (dört imparatorun yılı) aynı yıl içinde Galba,
Otho, Vitellius ve Vespasianus geçtiler.
Flavianus sülalesi. Doğu`da askerleri tarafından imparator
ilan edilen Flavianus sülalesinin kurucusu Vespasianus
döneminde (69-79), Roma`da devlet yönetimi güç
lendi ve düzene koyuldu; birçok mimarlık anıtı (en ünlüsü
Colosseum`dur) yapıldı. Sırayla yerine geçen iki
oğlundan Titus (79-81), halkın sevdiği, eli açık bir hü
kümdardı. Ağabeyinin siyasetini izleyerek hükümdarlı
ğa başlayan kardeşi Domitianus`sa (81-96), genel olarak
yetenekli ve başarılı bir yönetici olmasına karşılık,
gün geçtikçe daha baskıcı bir rejim uyguladı ve son yıllarında
estirdiği terör havası sonucunda, eşi tarafından
öldürtüldü.
Antoninuslar. Sonraki altı imparatorun (aynı sülaleden
olmadıkları halde, genel olarak Antoninuslar diye anı
lırlar) yaklaşık yüzyıl süren egemenlik dönemleri, sonradan
`Roma İmparatorluğu`nun Altın Çağı` diye adlandırıldı.
Antoninusların ilki olan, orduyu sindirmesi
için Senato tarafından seçilen yaşlı ve saygın devlet
adamı Nerva`ya, Muhafız Alayı`nın karşı çıkması üstü
ne, büyük askerTraianus (Trajanus) imparator ilan edildi
(bir İspanyol olan Traianus, İtalyan olmayan ilk imparatordur).
Roma`nın en büyük imparatorlarından biri
olan Traianus (98-117), günümüzdeki Romanya`yı (eski
Dacia) ve Mezopotamya`yı imparatorluk toprakları
na katarak sınırları genişletti; etkileyici kemerli su yolları,
karayolları, tiyatrolar ve bazilikalar yaptırdı. Yerine
geçen Hadrianus (177-138), Kudüs`te patlak veren bir
Yahudi ayaklanmasını (İ. S. 132-135) kanlı biçimde bastırmasına
karşın, dış ilişkilerde Traianus`a oranla çok daha
temkinli davrandı. Ondan sonra tahta çıkan, dengeli
yönetimiyle uzun ve barışçı bir refah ortamı sağlayan
Antoninus Pius`u (138-161), iki ortak imparator izledi:
filozof Marcus Aurelius (161-180); Lucius Verus (161-
169). Verus`un ölümünden sonra, Marcus tahtta tek ba
şına kaldı.
Marcus Aurelius, hıristiyanları zalimce kovuşturtup
öldürtmesi dışında, yumuşak bir imparatordu. Döneminde
birbiri ardına iç ayaklanmalar patlak verirken,
imparatorluğun sınırları dıştan da tehdit edilmeye baş
landı. Dönemi (180-192) Roma`nın uzun gerileme sü
recinin başlangıcı sayılan Commodus, zorbalığa dayalı,
ahlâksızlık ve baskıların gün geçtikçe arttığı bir yönetim
sonucunda, 192`de boğularak öldürüldü. Onu, saray
entrikaları sonucu iktidara gelip, her biri kısa süre sonra
devrilen bir dizi hükümdar izledi.
III. yüzyıl bunalımı. III. yy`da Roma dünyası, uzun
sürecek ve yıkımla sonuçlanacak bir bunalıma sürüklendi.
Bunalımın pek çok nedeni vardı. Kentlerde zengin
soylular ile yoksullar arasındaki ve genel olarak
kentler ile henüz uygarlaşmamış köylüler arasındaki
keskin sınıf ayrılıkları, gerginlik yaratıyordu. Bu sınıf
farklılıkları, imparatorluğun genel yönetim örgütünde,
gün geçtikçe çatlaklar yaratmaya başladı. Marcus Aurelius
döneminde başlayan savaşların hâlâ sürüp gitmesi
ve giderleri karşılamak için vergilerin gün geçtikçe artı
rılması, imparatorluğun refah düzeyini sarsmaya başlamıştı.
Ayrıca sınırlarda büyük ordular besleme zorunluluğu nedeniyle gün geçtikçe artan askerî giderleri karşı
lamak ve bürokrasinin aylıklarını ödeyebilmek için, imparatorlar,
Septimius Severus (193-211) ve oğlu Caracalla
(211-217) dahil, paraların değerini düşürmek zorunda
kaldılar. Bunun sonucunda ortaya çıkan enflasyon
dev boyutlara ulaştı. Bu arada çeşitli Germen ve
Vandal kabilelerinin saldırılarıyla, imparatorluğun Ren
ve Tuna kıyılarındaki savunma hatları çöktü. Doğu`daysa,
saldırıya geçen Sasaniler, Romalıları Fırat`ın gerisine
çekilmek zorunda bıraktılar. Sonuçta ordunun disiplini
tam anlamıyla bozuldu. 235`ten 284`e kadar, 50 yıl
içinde, iki düzineden çok imparator işbaşına geldi ve
biri dışında tümü öldürüldü.
DiocletianusveConstantinus`un reformları. III. yy`m bu
kargaşa ortamından, yepyeni, baskı rejimine dayaiı bir
Roma doğdu. Ordu tarafından başa geçirilen imparator
Diocletianus (284-305) tetrarchia (dörtlü yönetim) rejimini
kurarak, geniş imparatorluk topraklarını iki `augustus`
(kendi ve Maximianus) ile iki `sezar`ın (Galerius
ve Constans) yönettiği dört bölgeye ayırdı. Daha
sonra kendisi de dominus (efendi) unvanını alarak, belirli
bir veraset sistemi getiren bu rejimi, Asya saraylarına
özgü teokratik bir devlet yapısıyla pekiştirdi. Eyaletleri
iprovencia) bölme yoluyla daha etkili bir yönetim mekanizması
yaratırken, devlete karşı yükümlülükler ve
zorunlu çalışma, kalıcı bir sisteme dönüştürüldü Zamanla
kişisel özgürlüklerini yitiren köylüler, toprağa
bağlı duruma getirildi. Esnaf loncaları, hattâ üst düzey
kamu görevleri bile, kalıtımsal sınıflar olarak düzenlendi
ve üstlerine ezici bir vergi yükü yüklendi. Bu süreç
içinde, iki toplum grubu ön plana çıktı: Kale gibi tahkim
edilmiş lüks villalarında, sonradan ortaya çıkacak Orta-
çağ`ın feodal beylerini bile gölgede bırakacak bir ya
şam süren zengin toprak Jsahipleri; j imparatorluk bü
rokratları.!
Diocletianus`tan sonra birbirlerini izleyen yedi rakip
imparatorun yönlendirdiği bir dizi karmaşık iç savaşın ardından, tek başına imparator olan ve Roma İmparatorluğu`nun
ikinci kurucusu sayılan Constantinus I (306-
337), hıristiyanlığı benimseyip, bu dinin yerleşmesi için
büyük çaba harcadı. Saraydaki yönetim görevlileri aşamasırasını
belirli bir düzene bağlarken, yerel eyalet yö
neticilerini, mali konularda en üst yetkili konumuna getirdi.
Hıristiyan din adamlarıyla yakın ilişkiler kurarak
dinsel metinlerin derlenmesini destekledi. Hıristiyan
ayinlerine ve törenlerine ilişkin birçok yasa çıkardı; ha
ça germe, dağlama ve aslanların önüne atılma gibi cezaları
kaldırdı. Hıristiyan din adamlarının ayrıcalıklarını
genişletirken, hıristiyan olmayanlara belirli kısıtlamalar
getirdi.
Sonradan başkentini taşıdığı ,(330),:adi|Constantinopolis`e
(`Constantinus`un kenti`) çevrilen Byzantium`u
(İstanbul) ikinci bir Roma yapmak için çalıştı. Ama reformları,
imparatorluğun gücünü gün geçtikçe yitirmesini
durdurmaya yeterli olmadı.
İmparatorluğun ikiye bölünmesi. Theodosius Tin (379-
395) ölümü, imparatorluğun resmen Batı Roma ve Do
ğu Roma (Bizans İmparatorluğu) adlarıyla ikiye bölünmesine
yol açtı. Doğu Roma İmparatorluğu 1453`te,
Fatih Sultan Mehmet`in İstanbul`u fethiyle (Bk. İSTANBUL`UN
FETHİ) yıkıldı. Batı Roma İmparatorluğu`ysa,
bölünmenin ardından, Germen halklarının akınlarıyla
sürekli toprak yitirmeye başladı: Galya, İspanya ve Britanya
birbiri ardına Roma denetiminden çıktı. Roma
kenti 410`da Vizigotlar, 455`te Vandallar tarafından
yağmalandı. Sonunda, 476`da Germen kabile reislerinden
Odaaker`in, Batı`nın son imparatoru çocuk yaştaki
Romulus Augustulus`u devirmesiyle Batı Roma İmparatorluğu
tarihe karıştı.
Ne var ki, Roma ve Roma imparatorluğu düşüncesi,
devletin ortadan kalkmasından sonra da yaşamını
sürdürdü. Roma ve Germen öğelerinin kaynaşmasından,
Ortaçağ Avrupası`nın yeni devletleri ve toplumları
doğdu. ROMA UYGARLIĞI
Eski Romalılar, bir dünya imparatorluğu kurmalarının
yanı sıra, sonraki yüzyıllarda Batı kültürünün temellerini
oluşturacak bir uygarlık da geliştirmişlerdir.
Din. Başlangıçta köylü bir halk olan Romalılar uzun süre
cancı (`animist`) bir dine bağlı kaldılar. Boş inançlara
çok yer verdikleri için, iyi ve kötü bazı gizli güçlerle çevrili
olduklarına, iyi güçlerin sevgisini kazanmak, kötü
güçlerden de belirli davranışlarla kaçınmak gerektiğine
inanıyorlardı. Ayrıca, aile kültüne göre Manes`e (ölmüş
ataların ruhları), Lareslere (evin ruhları), Penateslere (yiyecek
tanrıları), aile babasının koruyucusuna saygı gösteriyorladı.
Daha sonra Etrüsklerle, ardından Yunanlı
larla ve Doğu`yla ilişki kurulunca, bu doğaüstü güçlere,
eski Yunan tanrılarının insansı görünümünü verdiler.
Tanrılarının başlıcaları şunlardı: İupiter ya da Jüpiter
(Yunanlıların Zeus`u), evlilik tanrısı İunoyada |uno (Yunanlıların
Hera`sı)) Minerva (Yunanlıların(Athena’sı),savaş
tanrısı Mars (Yunanlıların Ares`i), hasat tanrısı Ceres
(Yunanlıların Demeter`i), ticaret tanrısı Merkür ya da
Merrurius (Yunanlıların Hermes`i), İtalya halkları kö
kenli kapılar tanrısı İanus`la birlikte sitedeki kutsal ateşin
koruyuculuğunu yapan Vesta (bu son ikisi eski Yunanlı
larda bulunmayan ender tanrılardandır).
Roma dini, bir devlet diniydi; büyük din adamı (pontifus)
tarafından yönetilir (bu görevi Augustus`tan sonra
imparatorlar yüklendi), pontifusa öbür din adamları
(belirli bir tanrıya bağlanmış din adamları), kurban edilen
hayvanların iç organlarını inceleyen kâhinler, kehanet
gözleminde uzmanlaşmış falcılar yardım ederledi.
Dualar, sungular, kurbanlar ve çeşitli oyunlar, bu devlet
dininin birer parçasını oluşturuyordu.
Roma, her zaman yabancı tanrıların benimsenmesini
hoşgörüyle karşıladı. Kybele (Anadolu ve Mezopotamya
tanrıçası), İsis (Mısır tanrıçası), Mithra (Pers tanrı
sı) gibi tanrı ve tanrıçaların benimsenmesinin yanı sıra,
içrek (ezoterik) dinler (gizemci Eleusis ve Dionysios
kültleri), çeşitli topraklar imparatorluğa katıldıkça, toplumun bütün katlarında ilgi gördü ve hızla yayıldı. Dinsel
duyarlılılığın böylesine değişikliğe uğraması, eski
Yunan felsefe okullarının (stoacılık, epikurosçuluk,
pythagorasçılık) etkisinin, gün geçtikçe yaygınlaşması
na da bağlıydı. Ayrıca, bazen imparatorluğun çeşitli
eyaletlerinde yerel tanrılar ile Roma tanrıları büyük bir
ustalıkla bağdaştırılıyordu (Baal, Afrika`da Satürn ya da
Saturnus`la özdeşleştirilmişti).
Augustus`tan başlayarak Roma`nın ve imparatorun
yönetimine geçen imparatorluk dini, bütün öbür dinlere
ağır basıp, bütün eyaletlerde yayılarak, güçlü bir birleştirme
etmeni oldu. İlk hıristiyanların bu dine karşı çıkmaları,
iktidarda ve halk yığınlarında onlara karşı düş
manlık uyandırdı. Aziz Paulus`tan sonra hıristiyanlar,
zaman zaman, çok tanrılı dinlere ve Roma yaşamına
uymamaları bir yana, düşmanca bir tavır da takındılar.
Bu arada site yaşamına katılmadıkları için kamuoyu tarafından
suçlandılar ve halk arasında akıl almaz söylentiler
(hıristiyanların insan yedikleri, çocukları öldürdükleri,
vb.) dolaşmaya başladı. Bu tepkilere karşın, hıristiyanlık,
kısa sürede toplumun çeşitli kesimlerinde, özellikle
akıldan çok duygulara seslenen bir din olmasının
etkisiyle, Neron ve Diocletianus gibi bazı imparatorların
ağır baskı ve işkencelerine karşın, hızla yayıldı ve İ.S.
IV. yy`da devletin resmî dini ilan edildi. Roma jmparatorluğu`nun
yönetim düzeni, yeni dinin ve kilisenin örgütlenmesinde
(piskoposluklara, başpiskoposluklara
bölünme) örnek alındı.
Hukuk. Romalılarda . hukuk, ;İ.S. II. yy`da doruk noktasına ulaştı. O dönemde kurulan Roma hukuku okullarının
üstünlüğü, Doğu`da da benimsendi. Kamu hukuku,
uzun süre okullarda okuma parçası olarak öğrencilere
inceletilen On İki Levha Yasaları`ndan çıkarılmış
medeni hukuk ile toprakların genişlemesi sonucu olu
şan yabancılar hukukunu içermekteydi. Ayrıca, aile içi
ilişkileri, daha sonra da yurttaşlar arasındaki ilişkileri dü
zenleyen özel hukuktan ayrılıyordu: Çağdaş devletler
(bu arada Türkiye Cumhuriyeti de), siyaset ve hukukla
ilgili birçok terimi, hattâ hukuklarının büyük bir bölü
münü (mülkiyet hukuku, aile reisinin üstünlüğü, vb.)
Roma hukukundan almışlardır.
Romalıların somutluk ve gerçekçilik anlayışı özellikle
büyük hukukçuların yapıtlarında belirirse de, Yunanlıların
sanat ve düşünce alanındaki üstünlüklerine kar
şın, bazı edebiyat türlerinde de kendisini belli eder.
Sözgelimi, cumhuriyet döneminde siyasal rekabet ve
çalkantının da yardımıyla hitabet, Cicero tarafından
gerçek bir sanat düzeyine ulaştırılmıştır.
Edebiyat. II. yy`da Roma`da helenizmin yaygınlaşmasıyla,
o güne kadar küçümsenen yazarlık mesleği de yavaş
yavaş önem kazanmaya başladı. Romalılar kısa sü
rede, taklitçilikten yaratıcılığa geçtiler ve imparatorluk
■ döneminde Augustus`un sağ kolu, edebiyat ve sanatın
i koruyucusu Maecenas`ın desteğiyle, Horatius ve Ver-
: gilius, Latin edebiyatının en güzel yapıtlarını ortaya koy-
: dular. Daha sonra (İ.S. I. yy. ortaları ile II. yy. başları) Ju-
‘venalis ve Martialis, Latin anlatımının özgün bir biçimi
olan yergi türünde yapıtlar verdiler.Tarih. Aynı biçimde, tarih alanında da büyük yazarlar,
değerli yapıtlariyla bu dalın gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
Romalıların tarih alanında pek çok yapıt vermelerinin
nedeni, geçmişe besledikleri saygı ile ülkelerine
olan sevgileriyle ve başarılarından duydukları gururla
açıklanabilir. Ama bu yapıtlara çoğunlukla, yan tutucu
özellikler, biçim kaygıları ve duygusal çıkarlaryansımıştır.
Sezar, Sallustius, Titus-Livius, Suetonius ve Tacitus,
İ.Ö. I. yy`ın başlıca tarihçileridir.
Mimarlık. Romalıların en ileri oldukları sanat dalı, kuş
kusuz mimarlıktı; bu ilerleme,Roma İmparatorluğu`nda
kentlerin gelişmesine sıkıca bağlıydı. Siteler, Roma
dünyasını birleştiren temel öğelerdi. Çünkü siyasal (yönetim merkezi), ekonomik (bağlantı ve değiş tokuş
merkezi), toplumsal (toplumsal yükselme ve farklı toplulukların
kaynaşma merkezi), dinsel (imparatorluk dininin
bölgesel merkezi) işlevler, sitelerde yoğunlaşıyordu:
Roma dili, kurumlan ve uygarlığı, çeşitli bölgelere
hep bu sitelerden yayılmaktaydı.
Doğu`da Romalılar, yalnızca kendilerinden önceki
halkların yapıtlarını bütünlemekle yetinmişler, Batidaysa,
pek çok anıt gerçekleştirmişlerdir ve bunlardan
çok sayıda önemli yapıt günümüze kalmıştır. Çok
iyi korunmuş ve kazılarla ortaya çıkarılmış kentlerden,
İ.S. 79`da Vezüv`ün şiddetli bir patlamasıyla lavlar altında
kalan Pompei ve Herculanum, Roma kentçilik anlayışının
başlıca özelliklerini yansıtmaktadır: Kentlerin
planı genellikle dama tahtası biçimindeydi; merkezde
forum (resmî binalarla çevrili alan) yeralıyor, yerel senatonun
bulunduğu curia, satıcıların toplandığı ve çe
şitli davaların görüldüğü bazilika ve Jüpiter tapınağı, forumu
çevreliyorlardı. Romalılar ayrıca, ele geçirdikleri hemen her yerde de, birbirine çok benzeyen zafer takları,
tiyatrolar, amfitiyatrolar, hamamlar, vb. yapmışlardır.
İmparatorluğu boydan boya aşan Roma yolları, ağır
döşeme taşlarının, masif bir oturtmalık üstüne yerleştirilmesiyle
oluşturulduklarından, pek çok ülkede, bozulmadan
günümüze kalmışlardır. Romalılar mimarlık
alanındaki ustalıklarıyla, devsu kemerleri yaparak kentlere
su iletmeyi de başarmışlardır.