ulke Yazıları
ulke

Lübnan

Akdeniz`in doğu kıyısında ülke. Kuzeyde ve doğuda Suriye, güneyde İsrail`le sınırlanan Lübnan, uzun ve hareketli bir geçmişten sonra 1943`te bağımsızlığa kavuş­ muş, ama ekonomideki ve toplumsal yaşamdaki hızlı değişiklikler, mezhepler arası rekabetin artması, bölgesel ve uluslararası gerginliklerin tırmanmasının sonucunda 1975`te başlayıp, 1990`a kadar süren kanlı iç savaşta, bütünüyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
YÜZEYŞEKİLLERİ VE DOĞAL KAYNAKLAR Lübnan, Akdeniz`e paralel olarak kuzeyden güneye doğru uzanan birbirinden büyük ölçüdefarklı dört coğ­ rafi bölgeye ayrılır: Dar ve verimli kıyı ovası; hemen arkasında yükselen, yükseltileri ülkenin en yüksek noktası Kurnet es-Sevda`da 3 088 m`yi bulan Lübnan dağları­ nın kolları; Lübnan dağlarının arkasında dar ve verimli .

“Akdeniz`in doğu kıyısında ülke. Kuzeyde ve doğuda Suriye, güneyde İsrail`le sınırlanan Lübnan, uzun ve hareketli bir geçmişten sonra 1943`te bağımsızlığa kavuş­ muş, ama ekonomideki “

Akdeniz`in doğu kıyısında ülke. Kuzeyde ve doğuda

Akdeniz`in doğu kıyısında ülke. Kuzeyde ve doğuda Suriye, güneyde İsrail`le sınırlanan Lübnan, uzun ve hareketli bir geçmişten sonra 1943`te bağımsızlığa kavuş­ muş, ama ekonomideki ve toplumsal yaşamdaki hızlı değişiklikler, mezhepler arası rekabetin artması, bölgesel ve uluslararası gerginliklerin tırmanmasının sonucunda 1975`te başlayıp, 1990`a kadar süren kanlı iç savaşta, bütünüyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
YÜZEYŞEKİLLERİ VE DOĞAL KAYNAKLAR Lübnan, Akdeniz`e paralel olarak kuzeyden güneye doğru uzanan birbirinden büyük ölçüdefarklı dört coğ­ rafi bölgeye ayrılır: Dar ve verimli kıyı ovası; hemen arkasında yükselen, yükseltileri ülkenin en yüksek noktası Kurnet es-Sevda`da 3 088 m`yi bulan Lübnan dağları­ nın kolları; Lübnan dağlarının arkasında dar ve verimli Beka (ya da Bekaa) vadisi (Şeria vadisinin kuzey uzantı­ sıdır; ortalama yükseltisi deniz düzeyinin 915 m kadar altındadır); Beka vadisinin arkasında yükselen, Lübnan`ın Suriye`yle doğu sınırını oluşturan Anti-Lübnan dağları. Lübnan dağlarından denize doğru çok sayıda küçük ve hızlı akışlı ırmak akar. Ama Lübnan`ın en bü­ yük iki ırmağı Leytani ve Asi, Beka vadisinde doğarlar. İklim. Lübnan`ın ikliminde de, bölgelere göre büyük değişiklikler gözlenir. Yılda ortalama 900 mm yağış alan dar kıyı ovasında kışlar ılık ve yağışlı, yazlar sıcak, nemli ve kuraktır. Dağların eteklerine ve dağlara yağış mevsiminde (ekim-nisan arası) çok daha fazla yağmur ve kar düşer. Beka vadisiyse iyice kurak bir iklim etkisindedir; yıllık yağmur ve kar ortalaması, kıyı ovasındakinin yarı­ sını bulmaz. Toprak, bitki örtüsü ve hayvan topluluğu. Yerbilim açı­ sından Lübnan üst üste üç tabakadan oluşur: Yüzeyde kalker, altında kumtaşı, en altta gene kalker. Toprakların ve iklimin çeşitliliği, çok sayıda tarım ürünü yetiştirilmesine olanak sağlar. Tarıma elverişsiz alanlar (çoğu 1 200 rrTnin üstündedir), aşırı kesilme ve aşırı keçi otlatma yüzünden genellikle bitki örtüsünden yoksundur ve eski sedir ormanlarının büyük bölümü yokolmuştur. Al- çaktepelerin tarım yapılmayan kesimleri dikenli çalılarla ve mevsimlik yaban çiçekleriyle kaplıdır. Sorumsuzca avlanma sonucunda, eski zengin ve çeşitli hayvan topluluğu büyük ölçüde azalmıştır. Ayrıca, Akdeniz`deki kirlenme de, kıyı balıkçılığını büyük ölçüde geriletmiştir.Doğal kaynaklar. Eski çağlarda Lübnan sedir ağaçları, demiri ve bakırıyla ünlüyken, günümüzde bu yeraltı ve yerüstü gelir kaynakları aşağı yukarı bütünüyle tükenmiştir. Zengin kalker (kireç) yataklarıysa, yapı sanayisi ve dışsatım için çimento üretiminde kullanılmaktadır. TOPLUM YAPISI Lübnan bir Arap ülkesidir ve resmî dili Arapça`dır; ama Fransızca ve İngilizce de yaygın olarak konuşulur ve okullarda öğretilir. Bölgenin birbirini izleyen istilalarla dolu uzun tarihi nedeniyle, ülkede büyük bir etnik çe- şitlilik gözlenir. Bu yüzden de yönetimin ülkedeki çeşitli etnik ve dinsel topluluklar arasında orantılı olarak paylaşılması, toplumsal ve siyasa! yaşamın temel ilkelerinden biridir. Lübnan`da çeşitli hıristiyan ve müslüman mezheplerine bağlı toplulukların sayısı, 15`i aşmaktadır. Musevilerin sayısı, 1975`ten sonra çok büyük ölçü­ de azalmıştır. On beş yıldan uzun süren iç|savaş,|mezhepleri güçlendirirken ulusal bütünlüğü zayıflatmış, Lübnan bir ulustan çok, dinsel temellere göre örgütlenmiş, feodal beylikleri andırır bir topluluklar mozaiği haline gelmiştir. Nüfus. Lübnan`da 1932`den bu yana resmîsayım yapılmamıştır. O tarihte en kalabalık ve en varlıklı iki topluluk olan meruni (ya da maruni) hıristiyanlar ve sünniler, ülke bağımsızlığa kavuşunca, siyasal gücün dinsel topluluklar arasında paylaşılması kuralının getirilmesinde, 1932 sayımına dayanmışlardır. O tarihten bu yana müslümanların, özellikle de daha yoksul olan şiilerin do­ ğum oranları sürekli hıristiyanlarınkinden yüksek olmuştur. Son tahminlere göre Lübnan nüfusunun % 25` ini sünnilerin, % 251 in i şiilerin, % 30`unu meruni hı- ristiyanların ve % 10`unu dürzilerin oluşturdukları sanılmaktadır. 1948`den sonra Filistin`den çoğu müslü­ man 400 000`i aşkın mülteci gelmesiyle ülkedeki hassas denge daha da bozulmuştur (1975-1990 arasında nüfusun % 35`ini mültecilerin oluşturduğu sanılmaktadır). İç savaş binlerce Lübnanlının da yerinden olması­ na yol açmış, çok sayıda yabancı yatırımcının yanı sıra, zengin Lübnanlılar da ülkeden ayrılmışlardır. Günü­ müzde nüfusun yaklaşık yarısı, büyük Beyrut yerleşme alanında toplanmıştır. Eğitim ve sağlık, uzun süre Ortadoğu`nun en gelişmiş özel eğitim sisteminin bulunduğu Lübnan`da beş büyük üniversite! kurulmuş, Lübnan halkının çoğunun birden çok dil konuşması, yüksek okuma yazma oranı ve nispeten yüksek eğitim düzeyi, yayıncılık sanayisinin geliş­ mesinde ve kültür yaşamının gelişmesinde etkili olmuş, ama bütün eğitim sistemi, iç savaşla birlikte çökmüştür. Gene 1975`e kadar, bölgenin en gelişmiş sağlık sisteminin bulunduğu ülkede, bu sistem de iç savaşla çökmüş­ tür. EKONOMİ Bağımsızlıktan sonra Lübnan ekonomisi kökten değiştirilmiş, eskiden nüfusun çoğunluğu geçimini tarımla sağlarken, ekonomi büyük ölçüde çeşitlenmiş ve hizmetler kesimi ön plana çıkmıştır. En hızlı evresi 1960`tan sonra yaşanan bu değişiklikten özellikle hıristiyanların ve sünni müslümanların yararlanması (iç savaş öncesinde nüfusun yaklaşık % 4`ü, toplam gelirlerin üçte birini elinde tutuyordu), savaşın patlak vermesinde önemli rol oynamıştır. Savaş sona erdiğindeyse, Lübnan ekonomisi tam anlamıyla çöküşün eşiğine gelmiştir. Tarım. 1960 yılına kadar nüfusun yaklaşık yarısı kırsal alanlarda yaşarken, tarım GSMH`nin yalnızca beşte bir kadarını sağlamıştır. İç savaş öncesine kadar kıyı bölgelerinde turunçgiller, muz ve zeytin, Lübnan dağlarının alt yamaçlarındaki tarlalarda elma, üzüm, armut ve şeftali (bu ürünler uzun süre, öbür Arap ülkelerine satılmış­ tır), Beka vadisinde de tahıl, patates, kavun ve sebze başlıca tarım ürünlerini oluşturmuştur. Günümüzde, iç savaş sırasında büyük ölçüde durmuş olan tarım üretiminin artırılmasına çaba harcanmaktadır. Sanayi ve hizmetler. Lübnan`ın küçük, ama önemli sanayi kesiminde 1974`te 120 000 kişi çalışıyor ve GSMH`nin % 16`sı yaratılıyordu. Başlıca sanayi kolları dokuma sanayisi, çimento sanayisi, demir işlenmesi, plastik maddeler ve seramik üretimi, ilaç ve besin sanayileriydi. Trablusşam`daki ve Sayda yakınındaki rafinerilerde, Suudi Arabistan`dan ve Irak`tan boru hattıyla getirilen petrol işlenerek iç tüketimde kullanılıyordu. Sanayi şirketlerinin çoğu küçük boyutlu aile şirketleriydi ve Beyrut bölgesinde toplanmıştı. Ayrıca, iç savaş öncesinde Lübnan, yabancı yatırımcıları çekecek yasal düzenlemelerle güçlü bir bankacı­ lık kesiminin gelişmesini desteklemiş (eskiden 80 kadar büyük banka,Beyrut`tan bütün Ortadoğu`ya`hizmet veriyordu) ve Beyrut bölgenin finans ve ticaret merkezi haline gelmişti: 1973`te turizm, bankacılık, finans, ticaret ve öbür hizmetler, GSMH`nin yaklaşık %70`ini sağ­ lıyordu. Savaştan sonra yaraların sarılmasına başlanmıştır ama, eski gelişmiş ekonominin yeniden kurulmasının uzun yıllar alacağı kesindir. Enerji. 1970 yıllarının başlarında, çoğu dışardan satın alınan petrolla çalışan elektrik santralları kurulması ve Leytani barajının tamamlanmasıyla, ülkenin enerji sı­ kıntısı sona ermiş, ama 1975`ten sonra Lübnan, enerji, gereksinmesini karşılayamaz olmuştur. Ulaşım. Lübnan`ın ulaşım sistemi iç savaştan önce bölge ve dünya ticaretindeki en önemli üstünlüklerinden biri olmuş, Beyrut, Trablusşam ve Sayda limanları bölgenin başlıca limanları haline gelmişlerdir. 1991 `de hü­ kümet işgal orduları tarafından silah kaçakçılığında ve gelişmekte olan karaborsaya mal sağlamakta kullanılan çok sayıda|yasadışı limanı kapatmış, Beyrut uluslararası havalimanını yeniden açmıştır. Beyrut`u Trablusşam`a ve Şam`a bağlayan demiryolları, savaştan büyük zarar görmemiştir; ama savaştan önce çok iyi olan karayolları ağı, günümüzde önemli ölçüde onarım gerektirmektedir. Ticaret. Lübnan`ın dış ticaret açığı uzun yıllar boyunca ikinci elden dışsatım ticaretiyle ve yurt dışında çalışan Lübnanlıların yolladıkları dövizlerle kapanmıştır. Bu döviz gelirlerinde 1983`ten başlayarak, özellikle de 1990`da Irak`ın Kuveyt`i isşgal etmesinden sonra ortaya çıkan büyük düşüş, Lübnan lirasının dış pazarlarda çok büyük ölçüde değer yitirmesine yol açmıştır. DEVLET YAPISI 1943`te bağımsızlığa kavuşan Lübnan, bir yürütme organı (cumhurbaşkanı, başbakan ve kabine), onu dengeleyen bağımsız bir yargı organı ve üyeleri genel oy sistemiyle seçilen tek meclisli bir parlamentosu bulunan bir cumhuriyet olarak örgütlenmiş, `Ulusal Pakt` diye adlandirilan yazısız anlaşma, 1990`a kadar Anayasa kadar önemli olmuştur. Bu anlaşmada cumhurbaş­ kanının meruni bir hıristiyan, başbakanın sünni bir müslüman ve Meclis başkanının da şii bir müslüman olması, gerek milletvekillerinin, gerek bakanlıkların, ayrıca bü­ rokrasideki, yargı organındaki ve ordudaki görevlerin hıristiyanlar ile müslümanlar arasında altıya beş oranı uyarınca paylaşılması öngörülmüştür. 1989 Barış Antlaşmasında ilan edilen ve Eylül 1990`da yürürlüğe giren Anayasa reformlarıyla hıristiyan cumhurbaşkanının yetkilerinin çoğu, yarısı hıristiyanlardan, yarısı müslü- manlardan oluşacak hükümete devredilmiş ve cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin müslüman başbakan tarafından da imzalanması kuralı getirilmiştir. Milletvekillikleriyse, hıristiyanlar ve müslümanlar arasında eşit olarak bölünmüştür. TARİH Lübnan yazılı tarihin başlangıcından bu yana, stratejik konumu sayesinde bir uygarlık, kültür ve din merkezi ve aktarıcısı olmuştur. Lübnan`a ilk olarakİ.Ö.`3500`e doğru Arabistan yarı­ madasından gelen, Kenanlara benzer bir Sami halkı olan Fenikeliler yerleşip, kıyı kesimlerinde site-devletler kurdular (Biblos, Sur, Sayda, Beyrut, Baalbek, vb.) ve 22 harflik abecelerini’Akdeniz bölgesinde yaydılar. Daha sonra sırasıyla Mısırlılar, Asurlular, Yeni Babil Krallığı, Persler ve eski Yunanlılartarafından işgal edilen ülke, İ.Ö. 64`te Roma yönetimine girip, yerli halkın bü­ yük bölümü hıristiyan dinini benimsedi. Roma İmparatorluğu`nun ikiye bölünmesinden (395) sonra da, Lübnan, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu`nun bir parçası ojdu. Özellikle hıristiyanlığın başlangıç dönemlerinde, tanrıbilim tartışmaları sonucunda çok sayıda hıristiyan mezhebi ortaya çıkıp, bunun sonucunda çeşitli baskı ve kıyımlar olunca, Lübnan, Roma İmparatorluğu yönetimi baskılarından kaçan, `sapkın` diye nitelendirilen mezheplerden çok sayıda kişinin sığındığı bir yer oldu. Bu mezheplerden daha sonra jmeruni diye adlandırı­ lan dağlı hıristiyanlar, müslüman Arapların bölgeyi fethettikleri 640 yıllarında, Lübnan dağlarına çekildiler. Daha sonra Arap egemenliği döneminde de ülkeye din temeiii göçier sürdü: IX. yy`da çok sayıda şii, XI. yy`da da dürziler, Lübnan`a sığındılar. Kıyı ovası ve Lübnan dağları XII. yy. başlarında geçici birsüre Haçlıların eline geçtiyse (Bk. HAÇLI SEFERLERİ) de, çok geçmeden Selahattin Eyyubi ve Memluklar tarafından geri alındı ve ülkede yaşayan çeşitli dinsel mezheplere yarı-özerklik tanınarak, her biri yakın dö­ neme kadar yaşamayı sürdürdükleri bölgelere yerleştirildiler: Meruniler Lübnan dağlarında (kıyıdaki kentler dışında, günümüzdeki Lübnan`ın orta kesiminde); dürziler Lübnan dağlarının güneyindeki dağlarda; şiiler gü­ neyde ve doğuda; sünniler ve çeşitli hıristiyan mezheplerinden azınlıklar, kıyı kesiminde. 1516`da Suriye`yle birlikte Osmanlılar tarafından fethedilen Lübnan`da, çeşitli din ve mezheplerden topluluklara büyük bir hoşgörü gösterilerek, ülke genellikle, çeşitli topluluklardan aileler eliyle yönetildi: Önce Tenühler, sonra(dürzilerden iMuanoğulları, daha sonra Şihanoğulları (1698`den başlayarak). 1578`den başlayarak Batı`dan gelen misyonerlerin topluluklar arası anlaş­ mazlıkları kışkırttıkları Lübnan`da, XVIII. yy`da çeşitli karışıklıklar çıkarken, bölge, her biri bir topluluğu destekleyen Fransa, İngiltere, Rusya gibi devİetler arasındaki siyasal rekabetlerin yoğunlaştığı bir merkez oldu. Özellikle Fransızların destekledikleri meruniler ile dürziler arasında 1840-1860 arasında kesintili olarak süren çatışmalarda, her iki yandan da kayıplar verildi. 1860`ta dürzilerin çok sayıda meruniyi öldürmeleri, Fransa ve Britanya`nın bölgeye asker çıkarmalarına yol açtı. OsmanlI İmparatorluğu bunu önlemek için Fuat Paşa`yı Lübnan`a göndererek kargaşalığı bastırmaya ve Lübnan`ın yönetimini 1861 Anayasası`yla yeniden düzenlemeye yöneldi: Lübnan, Beyrut ve Şam eyaletlerinden ayrılıp, her dinsel topluluktan iki temsilcinin katıldığı bir yönetim meclisi kuruldu ve bölge, yerli olmayan, ama Osmanlı uyruğu bir hıristiyan mutasarrıfın yönetimine verildi. Bu yönetim düzeninin kurulmasından sonra önemli bir karışıklık olmayan Lübnan, Ekim 1918`de İngiliz birlikleri tarafından alınıp, San Remo Konferansında Suriye`yle birlikte, Fransız mandasına verildi. 1926 Anayasası`yla Fransız mandası altında Lübnan Cumhuriyeti kurularak, 1943`te bağımsızlığa kavuştu. toplum olduysa da, iki önemli olgu, sistemin zayıflamasına yol açtı: Nüfus artışında ve farklı toplulukların siyasal bilincinde ortaya çıkabilecek değişiklikleri hesaba katmayan 1943 Ulusal Paktı`nın katılığı; Lübnan`ın gün geçtikçe Arap-İsrail anlaşmazlığının içine sürüklenmesi. Lübnan İsrail-Arap savaşlarına katılmadıysa da, 1948 savaşından sonra çok sayıda , Filistinlinin ülkeye sığınması, iç güçler dengesinin değişmesinde rol oynadı. Ayrıca, 1956 Süveyş Bunalımı`nda cumhurbaşkanı İKâ- mil Şamun`un Frarisa ve İngiltere`yle diplomatik ilişkilerin kesilmesini kabul etmeyen tek Arap devlet başkanı olmasını, Mısır cumhurbaşkanı Cemal(Abdünnâsır`ın Arap ulusçuluğunu benimseyen Lübnanlı müslümanlar hoş karşılamadılar. 1958`de Raşit Kerami`nin ve Birleşik Arap Cumhuriyeti`nin yandaşları ile cumhurbaşkanı Kâmil Şamun`un ve Pierre Cemayel yönetimindeki hı- ristiyan Falanjı`nın arasında patlak veren çatışmalar, an- ,cak ABD deniz piyadelerinin Beyrut`a çıkmalarıyla durdurulabildi. Ekonomik ve toplumsal eşitsizlikler, müslü- manların siyasette daha çok söz hakkı istemeleri, ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) komandolarının (devlet içinde devlet gibi davranak, Lübnan topraklarından İsrail`e gerilla saldırıları düzenlediler) etkinliklerinin hızla tırmanması,1975`te iç savaşın patlakvermesine yolaçtı. İç savaşta Ulusçu Flareket (çoğu müslüman olan, sosyalist, komünist ve Nâsırcı topluluklardan oluşan bir karışım) ile Lübnan Cephesi (meruni Falanj yandaşları­ nın ağır bastığı hıristiyanlar ve bazı sağcı müslümanlar) karşı karşıya geldi. FKÖ de çarpışmalara Ulusçu Hareket saflarında katıldı. Haziran 1976`da Ulusçu Hareket zaferin eşiğindeyken, Suriye (bu ülke savaş boyunca farklı zamanlarda farklı toplulukları desteklemiştir) Lübnan Cephesi`nden yana müdahale etti. Suriye`nin askerî harekâtı, ekim ayında Arap Birliği tarafından onaylandı ve bir ateşkes yürürlüğe girdi. Ama bu uzlaşma çok kısa ömürlü oldu ve Suriye birliklerinin varlığına karşın, topluluklar arasında tek tek çatışmalar ile Lübnan topraklarında İsrail ile FKÖ`nün birbirlerine karşı şiddet eylemleri sürüp gitti. İsrail birlikleri 1978`de kısa bir süre güney Lübnan`ı istila ettilerse de, bölgeye bir Birleşmiş Milletler barış gücünün gönderilmesinden sonra geri çekildiler. 1982`deyse, yeni bir saldırıyla Beyrut`u işgal ederek, FKÖ`yü Beyrut`tan çekilmek zorunda bıraktı­ lar. Eylül 1982`de cumhurbaşkanı olarak göreve başlayan Falanjistlerin önderi Emin Cemayel`in isteğiyle, dü­ zeni yeniden sağlamak amacıyla ülkeye çokuluslu bir barış gücü gönderildi. Mayıs 1983`te Cemayel, İsrail`le bir güvenlik antlaşması imzaladı. Arap Birliği`nin kendisine verdiği görev süresinin bitiminde birliklerini geri çekmeyi reddeden Suriye`nin bu antlaşmayı tanımadı­ ğını açıklaması ve Lübnan ordusunun Lübnanlı silahlı milisler (birbirine rakip Filistinli topluluklar) arasındaki çarpışmaları ve çokuluslu güce düzenlenen terörist eylemleri durdurmayı başaramaması, çokuluslu gücün 1984`te geri çekilmesiyle sonuçlandı. Bunun üstüne Cemayel, halkın büyük bölümünün karşı çıktığı Lübnan-İsrail güvenlik antlaşmasından vazgeçerek, Suriye yanlısı yeni birulusal birlik hükümeti kurdu. Cemayel`in Suriye`nin aracılığıyla yapılan 1986 Barış Antlaşması`nı reddetmesinden sonra hükümetin çok ender toplanması, siyasal ve ekonomik durumun daha da bozulmasına yol açtı. İran`ın desteklediği Hizbullah gibi terörist grupların etkinlikleri ve 1987`de başbakan Raşit Kerami`nin öldürülmesiyse, durumu daha da içinden çıkılmaz duruma getirdi. İsrail birliklerinin büyük bölümü Haziran 1985`te Lübnan`dan ayrıldıysa da, İsrail ile Suriye arasındaki çıkar çatışması, Lübnan`ın iç sorunları­ nın bir parçasını oluşturmayı sürdürdü. 1988`de Meclisin Cemayel`in yerine geçecek birini seçmekte anla­ şamaması, birbirine karşıt ihıristiyan ve müslüman hü­ kümetler kurulmasına yolaçtı. I Kasım 1989`da Lübnan Meclisi, Arap devletlerinin aracılık ettiği bir barış antlaşmasını kabul ederek, merunilerden Rene Moawad`ı cumhurbaşkanlığına seçti. Moawad`ın 22 Kasım`da öldürülmesinden sonra, yerine Elias Hravi geçti. Hıristiyan başbakan general Michel Aoun, 1989`da Lübnan`daki Suriye kuwetlerine karşı savaşa giriştiyse de, 1990`da birliklerine teslim olmak buyruğu vermek zorunda kaldı. Müslümanlara eşit siyasal temsil hakkı tanınmasından sonra, Lübnanlı milislerin de silahlarını bırakmaları ve Lübnan`daki radikal şii toplulukların elinde bulunan Batılı rehinelerin serbest bırakılması, barış konusunda yeni umutlar uyandırdı. Lübnan ile Suriye arasında 22 Mayıs 1991 `de bir işbirliği paktı imzalandıysa da, 1992`de, 20 yıl sonra yapılan ilk parlamento seçimlerinin, Suriye birliklerinin seçimlerden önce ülkeden çekilmedikleri gerekçesiyle hıristiyanlar tarafırdan boykot edilmesi, siyasal durumun yeniden gerginleşmesine yolaçtı. Ekim 1992`de Refik Hariri başkanlığında kurulan yeni hükümet, savaş yıkıntılarının onarılmasını ve Lübnan`ın yeniden bölgenin finans ve hizmetler merkezi haline getirilmesini amaç alan on yıllık bir plan hazırlayarak, yürürlüğe koydu.

Lubnan konusu nedir nerededir sorusuna cevap oldu mu ?
-