Lübnan
Akdeniz`in doğu kıyısında ülke. Kuzeyde ve doğuda
Suriye, güneyde İsrail`le sınırlanan Lübnan, uzun ve hareketli
bir geçmişten sonra 1943`te bağımsızlığa kavuş
muş, ama ekonomideki ve toplumsal yaşamdaki hızlı
değişiklikler, mezhepler arası rekabetin artması, bölgesel
ve uluslararası gerginliklerin tırmanmasının sonucunda
1975`te başlayıp, 1990`a kadar süren kanlı iç savaşta,
bütünüyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
YÜZEYŞEKİLLERİ VE DOĞAL KAYNAKLAR
Lübnan, Akdeniz`e paralel olarak kuzeyden güneye
doğru uzanan birbirinden büyük ölçüdefarklı dört coğ
rafi bölgeye ayrılır: Dar ve verimli kıyı ovası; hemen arkasında
yükselen, yükseltileri ülkenin en yüksek noktası
Kurnet es-Sevda`da 3 088 m`yi bulan Lübnan dağları
nın kolları; Lübnan dağlarının arkasında dar ve verimli
.
“Akdeniz`in doğu kıyısında ülke. Kuzeyde ve doğuda Suriye, güneyde İsrail`le sınırlanan Lübnan, uzun ve hareketli bir geçmişten sonra 1943`te bağımsızlığa kavuş muş, ama ekonomideki “
Akdeniz`in doğu kıyısında ülke. Kuzeyde ve doğuda
Akdeniz`in doğu kıyısında ülke. Kuzeyde ve doğuda
Suriye, güneyde İsrail`le sınırlanan Lübnan, uzun ve hareketli
bir geçmişten sonra 1943`te bağımsızlığa kavuş
muş, ama ekonomideki ve toplumsal yaşamdaki hızlı
değişiklikler, mezhepler arası rekabetin artması, bölgesel
ve uluslararası gerginliklerin tırmanmasının sonucunda
1975`te başlayıp, 1990`a kadar süren kanlı iç savaşta,
bütünüyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
YÜZEYŞEKİLLERİ VE DOĞAL KAYNAKLAR
Lübnan, Akdeniz`e paralel olarak kuzeyden güneye
doğru uzanan birbirinden büyük ölçüdefarklı dört coğ
rafi bölgeye ayrılır: Dar ve verimli kıyı ovası; hemen arkasında
yükselen, yükseltileri ülkenin en yüksek noktası
Kurnet es-Sevda`da 3 088 m`yi bulan Lübnan dağları
nın kolları; Lübnan dağlarının arkasında dar ve verimli
Beka (ya da Bekaa) vadisi (Şeria vadisinin kuzey uzantı
sıdır; ortalama yükseltisi deniz düzeyinin 915 m kadar
altındadır); Beka vadisinin arkasında yükselen, Lübnan`ın
Suriye`yle doğu sınırını oluşturan Anti-Lübnan
dağları. Lübnan dağlarından denize doğru çok sayıda
küçük ve hızlı akışlı ırmak akar. Ama Lübnan`ın en bü
yük iki ırmağı Leytani ve Asi, Beka vadisinde doğarlar.
İklim. Lübnan`ın ikliminde de, bölgelere göre büyük değişiklikler gözlenir. Yılda ortalama 900 mm yağış alan
dar kıyı ovasında kışlar ılık ve yağışlı, yazlar sıcak, nemli
ve kuraktır. Dağların eteklerine ve dağlara yağış mevsiminde
(ekim-nisan arası) çok daha fazla yağmur ve kar
düşer. Beka vadisiyse iyice kurak bir iklim etkisindedir;
yıllık yağmur ve kar ortalaması, kıyı ovasındakinin yarı
sını bulmaz.
Toprak, bitki örtüsü ve hayvan topluluğu. Yerbilim açı
sından Lübnan üst üste üç tabakadan oluşur: Yüzeyde
kalker, altında kumtaşı, en altta gene kalker. Toprakların
ve iklimin çeşitliliği, çok sayıda tarım ürünü yetiştirilmesine
olanak sağlar. Tarıma elverişsiz alanlar (çoğu 1
200 rrTnin üstündedir), aşırı kesilme ve aşırı keçi otlatma
yüzünden genellikle bitki örtüsünden yoksundur ve
eski sedir ormanlarının büyük bölümü yokolmuştur. Al-
çaktepelerin tarım yapılmayan kesimleri dikenli çalılarla
ve mevsimlik yaban çiçekleriyle kaplıdır. Sorumsuzca
avlanma sonucunda, eski zengin ve çeşitli hayvan
topluluğu büyük ölçüde azalmıştır. Ayrıca, Akdeniz`deki
kirlenme de, kıyı balıkçılığını büyük ölçüde geriletmiştir.Doğal kaynaklar. Eski çağlarda Lübnan sedir ağaçları,
demiri ve bakırıyla ünlüyken, günümüzde bu yeraltı ve
yerüstü gelir kaynakları aşağı yukarı bütünüyle tükenmiştir.
Zengin kalker (kireç) yataklarıysa, yapı sanayisi
ve dışsatım için çimento üretiminde kullanılmaktadır.
TOPLUM YAPISI
Lübnan bir Arap ülkesidir ve resmî dili Arapça`dır; ama
Fransızca ve İngilizce de yaygın olarak konuşulur ve
okullarda öğretilir. Bölgenin birbirini izleyen istilalarla
dolu uzun tarihi nedeniyle, ülkede büyük bir etnik çe-
şitlilik gözlenir. Bu yüzden de yönetimin ülkedeki çeşitli
etnik ve dinsel topluluklar arasında orantılı olarak paylaşılması,
toplumsal ve siyasa! yaşamın temel ilkelerinden
biridir. Lübnan`da çeşitli hıristiyan ve müslüman
mezheplerine bağlı toplulukların sayısı, 15`i aşmaktadır.
Musevilerin sayısı, 1975`ten sonra çok büyük ölçü
de azalmıştır. On beş yıldan uzun süren iç|savaş,|mezhepleri
güçlendirirken ulusal bütünlüğü zayıflatmış,
Lübnan bir ulustan çok, dinsel temellere göre örgütlenmiş,
feodal beylikleri andırır bir topluluklar mozaiği haline
gelmiştir.
Nüfus. Lübnan`da 1932`den bu yana resmîsayım yapılmamıştır.
O tarihte en kalabalık ve en varlıklı iki topluluk
olan meruni (ya da maruni) hıristiyanlar ve sünniler,
ülke bağımsızlığa kavuşunca, siyasal gücün dinsel topluluklar
arasında paylaşılması kuralının getirilmesinde,
1932 sayımına dayanmışlardır. O tarihten bu yana müslümanların,
özellikle de daha yoksul olan şiilerin do
ğum oranları sürekli hıristiyanlarınkinden yüksek olmuştur.
Son tahminlere göre Lübnan nüfusunun % 25`
ini sünnilerin, % 251 in i şiilerin, % 30`unu meruni hı-
ristiyanların ve % 10`unu dürzilerin oluşturdukları sanılmaktadır.
1948`den sonra Filistin`den çoğu müslü
man 400 000`i aşkın mülteci gelmesiyle ülkedeki hassas
denge daha da bozulmuştur (1975-1990 arasında
nüfusun % 35`ini mültecilerin oluşturduğu sanılmaktadır).
İç savaş binlerce Lübnanlının da yerinden olması
na yol açmış, çok sayıda yabancı yatırımcının yanı sıra,
zengin Lübnanlılar da ülkeden ayrılmışlardır. Günü
müzde nüfusun yaklaşık yarısı, büyük Beyrut yerleşme
alanında toplanmıştır.
Eğitim ve sağlık, uzun süre Ortadoğu`nun en gelişmiş
özel eğitim sisteminin bulunduğu Lübnan`da beş büyük
üniversite! kurulmuş, Lübnan halkının çoğunun birden
çok dil konuşması, yüksek okuma yazma oranı ve nispeten
yüksek eğitim düzeyi, yayıncılık sanayisinin geliş
mesinde ve kültür yaşamının gelişmesinde etkili olmuş,
ama bütün eğitim sistemi, iç savaşla birlikte çökmüştür.
Gene 1975`e kadar, bölgenin en gelişmiş sağlık sisteminin
bulunduğu ülkede, bu sistem de iç savaşla çökmüş
tür.
EKONOMİ
Bağımsızlıktan sonra Lübnan ekonomisi kökten değiştirilmiş,
eskiden nüfusun çoğunluğu geçimini tarımla sağlarken, ekonomi büyük ölçüde çeşitlenmiş ve hizmetler
kesimi ön plana çıkmıştır. En hızlı evresi 1960`tan
sonra yaşanan bu değişiklikten özellikle hıristiyanların
ve sünni müslümanların yararlanması (iç savaş öncesinde
nüfusun yaklaşık % 4`ü, toplam gelirlerin üçte birini
elinde tutuyordu), savaşın patlak vermesinde önemli
rol oynamıştır. Savaş sona erdiğindeyse, Lübnan ekonomisi
tam anlamıyla çöküşün eşiğine gelmiştir.
Tarım. 1960 yılına kadar nüfusun yaklaşık yarısı kırsal
alanlarda yaşarken, tarım GSMH`nin yalnızca beşte bir
kadarını sağlamıştır. İç savaş öncesine kadar kıyı bölgelerinde
turunçgiller, muz ve zeytin, Lübnan dağlarının
alt yamaçlarındaki tarlalarda elma, üzüm, armut ve şeftali
(bu ürünler uzun süre, öbür Arap ülkelerine satılmış
tır), Beka vadisinde de tahıl, patates, kavun ve sebze
başlıca tarım ürünlerini oluşturmuştur. Günümüzde, iç
savaş sırasında büyük ölçüde durmuş olan tarım üretiminin
artırılmasına çaba harcanmaktadır.
Sanayi ve hizmetler. Lübnan`ın küçük, ama önemli sanayi
kesiminde 1974`te 120 000 kişi çalışıyor ve
GSMH`nin % 16`sı yaratılıyordu. Başlıca sanayi kolları
dokuma sanayisi, çimento sanayisi, demir işlenmesi,
plastik maddeler ve seramik üretimi, ilaç ve besin sanayileriydi.
Trablusşam`daki ve Sayda yakınındaki rafinerilerde,
Suudi Arabistan`dan ve Irak`tan boru hattıyla
getirilen petrol işlenerek iç tüketimde kullanılıyordu.
Sanayi şirketlerinin çoğu küçük boyutlu aile şirketleriydi
ve Beyrut bölgesinde toplanmıştı.
Ayrıca, iç savaş öncesinde Lübnan, yabancı yatırımcıları
çekecek yasal düzenlemelerle güçlü bir bankacı
lık kesiminin gelişmesini desteklemiş (eskiden 80 kadar
büyük banka,Beyrut`tan bütün Ortadoğu`ya`hizmet veriyordu)
ve Beyrut bölgenin finans ve ticaret merkezi
haline gelmişti: 1973`te turizm, bankacılık, finans, ticaret
ve öbür hizmetler, GSMH`nin yaklaşık %70`ini sağ
lıyordu. Savaştan sonra yaraların sarılmasına başlanmıştır
ama, eski gelişmiş ekonominin yeniden kurulmasının
uzun yıllar alacağı kesindir.
Enerji. 1970 yıllarının başlarında, çoğu dışardan satın
alınan petrolla çalışan elektrik santralları kurulması ve
Leytani barajının tamamlanmasıyla, ülkenin enerji sı
kıntısı sona ermiş, ama 1975`ten sonra Lübnan, enerji,
gereksinmesini karşılayamaz olmuştur.
Ulaşım. Lübnan`ın ulaşım sistemi iç savaştan önce bölge
ve dünya ticaretindeki en önemli üstünlüklerinden
biri olmuş, Beyrut, Trablusşam ve Sayda limanları bölgenin
başlıca limanları haline gelmişlerdir. 1991 `de hü
kümet işgal orduları tarafından silah kaçakçılığında ve
gelişmekte olan karaborsaya mal sağlamakta kullanılan
çok sayıda|yasadışı limanı kapatmış, Beyrut uluslararası
havalimanını yeniden açmıştır. Beyrut`u Trablusşam`a
ve Şam`a bağlayan demiryolları, savaştan büyük zarar
görmemiştir; ama savaştan önce çok iyi olan karayolları
ağı, günümüzde önemli ölçüde onarım gerektirmektedir.
Ticaret. Lübnan`ın dış ticaret açığı uzun yıllar boyunca
ikinci elden dışsatım ticaretiyle ve yurt dışında çalışan
Lübnanlıların yolladıkları dövizlerle kapanmıştır. Bu
döviz gelirlerinde 1983`ten başlayarak, özellikle de
1990`da Irak`ın Kuveyt`i isşgal etmesinden sonra ortaya
çıkan büyük düşüş, Lübnan lirasının dış pazarlarda çok
büyük ölçüde değer yitirmesine yol açmıştır.
DEVLET YAPISI
1943`te bağımsızlığa kavuşan Lübnan, bir yürütme organı
(cumhurbaşkanı, başbakan ve kabine), onu dengeleyen
bağımsız bir yargı organı ve üyeleri genel oy
sistemiyle seçilen tek meclisli bir parlamentosu bulunan
bir cumhuriyet olarak örgütlenmiş, `Ulusal Pakt` diye adlandirilan yazısız anlaşma, 1990`a kadar Anayasa
kadar önemli olmuştur. Bu anlaşmada cumhurbaş
kanının meruni bir hıristiyan, başbakanın sünni bir müslüman
ve Meclis başkanının da şii bir müslüman olması,
gerek milletvekillerinin, gerek bakanlıkların, ayrıca bü
rokrasideki, yargı organındaki ve ordudaki görevlerin
hıristiyanlar ile müslümanlar arasında altıya beş oranı
uyarınca paylaşılması öngörülmüştür. 1989 Barış Antlaşmasında
ilan edilen ve Eylül 1990`da yürürlüğe giren
Anayasa reformlarıyla hıristiyan cumhurbaşkanının
yetkilerinin çoğu, yarısı hıristiyanlardan, yarısı müslü-
manlardan oluşacak hükümete devredilmiş ve cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin müslüman başbakan
tarafından da imzalanması kuralı getirilmiştir. Milletvekillikleriyse,
hıristiyanlar ve müslümanlar arasında eşit
olarak bölünmüştür.
TARİH
Lübnan yazılı tarihin başlangıcından bu yana, stratejik
konumu sayesinde bir uygarlık, kültür ve din merkezi
ve aktarıcısı olmuştur.
Lübnan`a ilk olarakİ.Ö.`3500`e doğru Arabistan yarı
madasından gelen, Kenanlara benzer bir Sami halkı
olan Fenikeliler yerleşip, kıyı kesimlerinde site-devletler
kurdular (Biblos, Sur, Sayda, Beyrut, Baalbek, vb.)
ve 22 harflik abecelerini’Akdeniz bölgesinde yaydılar.
Daha sonra sırasıyla Mısırlılar, Asurlular, Yeni Babil
Krallığı, Persler ve eski Yunanlılartarafından işgal edilen
ülke, İ.Ö. 64`te Roma yönetimine girip, yerli halkın bü
yük bölümü hıristiyan dinini benimsedi. Roma İmparatorluğu`nun
ikiye bölünmesinden (395) sonra da, Lübnan,
Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu`nun bir parçası
ojdu.
Özellikle hıristiyanlığın başlangıç dönemlerinde,
tanrıbilim tartışmaları sonucunda çok sayıda hıristiyan
mezhebi ortaya çıkıp, bunun sonucunda çeşitli baskı ve
kıyımlar olunca, Lübnan, Roma İmparatorluğu yönetimi
baskılarından kaçan, `sapkın` diye nitelendirilen
mezheplerden çok sayıda kişinin sığındığı bir yer oldu.
Bu mezheplerden daha sonra jmeruni diye adlandırı
lan dağlı hıristiyanlar, müslüman Arapların bölgeyi fethettikleri
640 yıllarında, Lübnan dağlarına çekildiler.
Daha sonra Arap egemenliği döneminde de ülkeye din
temeiii göçier sürdü: IX. yy`da çok sayıda şii, XI. yy`da
da dürziler, Lübnan`a sığındılar.
Kıyı ovası ve Lübnan dağları XII. yy. başlarında geçici
birsüre Haçlıların eline geçtiyse (Bk. HAÇLI SEFERLERİ)
de, çok geçmeden Selahattin Eyyubi ve Memluklar tarafından
geri alındı ve ülkede yaşayan çeşitli dinsel
mezheplere yarı-özerklik tanınarak, her biri yakın dö
neme kadar yaşamayı sürdürdükleri bölgelere yerleştirildiler:
Meruniler Lübnan dağlarında (kıyıdaki kentler
dışında, günümüzdeki Lübnan`ın orta kesiminde); dürziler
Lübnan dağlarının güneyindeki dağlarda; şiiler gü
neyde ve doğuda; sünniler ve çeşitli hıristiyan mezheplerinden
azınlıklar, kıyı kesiminde.
1516`da Suriye`yle birlikte Osmanlılar tarafından fethedilen
Lübnan`da, çeşitli din ve mezheplerden topluluklara
büyük bir hoşgörü gösterilerek, ülke genellikle,
çeşitli topluluklardan aileler eliyle yönetildi: Önce Tenühler,
sonra(dürzilerden iMuanoğulları, daha sonra Şihanoğulları
(1698`den başlayarak). 1578`den başlayarak
Batı`dan gelen misyonerlerin topluluklar arası anlaş
mazlıkları kışkırttıkları Lübnan`da, XVIII. yy`da çeşitli
karışıklıklar çıkarken, bölge, her biri bir topluluğu destekleyen
Fransa, İngiltere, Rusya gibi devİetler arasındaki
siyasal rekabetlerin yoğunlaştığı bir merkez oldu.
Özellikle Fransızların destekledikleri meruniler ile dürziler
arasında 1840-1860 arasında kesintili olarak süren
çatışmalarda, her iki yandan da kayıplar verildi. 1860`ta
dürzilerin çok sayıda meruniyi öldürmeleri, Fransa ve
Britanya`nın bölgeye asker çıkarmalarına yol açtı. OsmanlI
İmparatorluğu bunu önlemek için Fuat Paşa`yı
Lübnan`a göndererek kargaşalığı bastırmaya ve Lübnan`ın
yönetimini 1861 Anayasası`yla yeniden düzenlemeye
yöneldi: Lübnan, Beyrut ve Şam eyaletlerinden
ayrılıp, her dinsel topluluktan iki temsilcinin katıldığı bir
yönetim meclisi kuruldu ve bölge, yerli olmayan, ama
Osmanlı uyruğu bir hıristiyan mutasarrıfın yönetimine
verildi. Bu yönetim düzeninin kurulmasından sonra
önemli bir karışıklık olmayan Lübnan, Ekim 1918`de İngiliz
birlikleri tarafından alınıp, San Remo Konferansında
Suriye`yle birlikte, Fransız mandasına verildi.
1926 Anayasası`yla Fransız mandası altında Lübnan
Cumhuriyeti kurularak, 1943`te bağımsızlığa kavuştu.
toplum olduysa da, iki önemli olgu, sistemin zayıflamasına
yol açtı: Nüfus artışında ve farklı toplulukların siyasal
bilincinde ortaya çıkabilecek değişiklikleri hesaba
katmayan 1943 Ulusal Paktı`nın katılığı; Lübnan`ın gün
geçtikçe Arap-İsrail anlaşmazlığının içine sürüklenmesi.
Lübnan İsrail-Arap savaşlarına katılmadıysa da, 1948
savaşından sonra çok sayıda , Filistinlinin ülkeye sığınması,
iç güçler dengesinin değişmesinde rol oynadı.
Ayrıca, 1956 Süveyş Bunalımı`nda cumhurbaşkanı İKâ-
mil Şamun`un Frarisa ve İngiltere`yle diplomatik ilişkilerin
kesilmesini kabul etmeyen tek Arap devlet başkanı
olmasını, Mısır cumhurbaşkanı Cemal(Abdünnâsır`ın
Arap ulusçuluğunu benimseyen Lübnanlı müslümanlar
hoş karşılamadılar. 1958`de Raşit Kerami`nin ve Birleşik
Arap Cumhuriyeti`nin yandaşları ile cumhurbaşkanı
Kâmil Şamun`un ve Pierre Cemayel yönetimindeki hı-
ristiyan Falanjı`nın arasında patlak veren çatışmalar, an-
,cak ABD deniz piyadelerinin Beyrut`a çıkmalarıyla durdurulabildi.
Ekonomik ve toplumsal eşitsizlikler, müslü-
manların siyasette daha çok söz hakkı istemeleri, ve Filistin
Kurtuluş Örgütü (FKÖ) komandolarının (devlet
içinde devlet gibi davranak, Lübnan topraklarından İsrail`e
gerilla saldırıları düzenlediler) etkinliklerinin hızla
tırmanması,1975`te iç savaşın patlakvermesine yolaçtı.
İç savaşta Ulusçu Flareket (çoğu müslüman olan,
sosyalist, komünist ve Nâsırcı topluluklardan oluşan bir
karışım) ile Lübnan Cephesi (meruni Falanj yandaşları
nın ağır bastığı hıristiyanlar ve bazı sağcı müslümanlar)
karşı karşıya geldi. FKÖ de çarpışmalara Ulusçu Hareket
saflarında katıldı. Haziran 1976`da Ulusçu Hareket
zaferin eşiğindeyken, Suriye (bu ülke savaş boyunca
farklı zamanlarda farklı toplulukları desteklemiştir) Lübnan
Cephesi`nden yana müdahale etti. Suriye`nin askerî
harekâtı, ekim ayında Arap Birliği tarafından onaylandı
ve bir ateşkes yürürlüğe girdi. Ama bu uzlaşma çok
kısa ömürlü oldu ve Suriye birliklerinin varlığına karşın,
topluluklar arasında tek tek çatışmalar ile Lübnan topraklarında
İsrail ile FKÖ`nün birbirlerine karşı şiddet eylemleri
sürüp gitti. İsrail birlikleri 1978`de kısa bir süre
güney Lübnan`ı istila ettilerse de, bölgeye bir Birleşmiş
Milletler barış gücünün gönderilmesinden sonra geri
çekildiler. 1982`deyse, yeni bir saldırıyla Beyrut`u işgal
ederek, FKÖ`yü Beyrut`tan çekilmek zorunda bıraktı
lar. Eylül 1982`de cumhurbaşkanı olarak göreve başlayan
Falanjistlerin önderi Emin Cemayel`in isteğiyle, dü
zeni yeniden sağlamak amacıyla ülkeye çokuluslu bir
barış gücü gönderildi. Mayıs 1983`te Cemayel, İsrail`le
bir güvenlik antlaşması imzaladı. Arap Birliği`nin kendisine
verdiği görev süresinin bitiminde birliklerini geri
çekmeyi reddeden Suriye`nin bu antlaşmayı tanımadı
ğını açıklaması ve Lübnan ordusunun Lübnanlı silahlı
milisler (birbirine rakip Filistinli topluluklar) arasındaki
çarpışmaları ve çokuluslu güce düzenlenen terörist eylemleri
durdurmayı başaramaması, çokuluslu gücün
1984`te geri çekilmesiyle sonuçlandı. Bunun üstüne
Cemayel, halkın büyük bölümünün karşı çıktığı Lübnan-İsrail
güvenlik antlaşmasından vazgeçerek, Suriye
yanlısı yeni birulusal birlik hükümeti kurdu. Cemayel`in
Suriye`nin aracılığıyla yapılan 1986 Barış Antlaşması`nı
reddetmesinden sonra hükümetin çok ender toplanması,
siyasal ve ekonomik durumun daha da bozulmasına
yol açtı. İran`ın desteklediği Hizbullah gibi terörist
grupların etkinlikleri ve 1987`de başbakan Raşit Kerami`nin
öldürülmesiyse, durumu daha da içinden çıkılmaz
duruma getirdi. İsrail birliklerinin büyük bölümü
Haziran 1985`te Lübnan`dan ayrıldıysa da, İsrail ile Suriye
arasındaki çıkar çatışması, Lübnan`ın iç sorunları
nın bir parçasını oluşturmayı sürdürdü. 1988`de Meclisin
Cemayel`in yerine geçecek birini seçmekte anla
şamaması, birbirine karşıt ihıristiyan ve müslüman hü
kümetler kurulmasına yolaçtı. I
Kasım 1989`da Lübnan Meclisi, Arap devletlerinin
aracılık ettiği bir barış antlaşmasını kabul ederek, merunilerden
Rene Moawad`ı cumhurbaşkanlığına seçti.
Moawad`ın 22 Kasım`da öldürülmesinden sonra, yerine
Elias Hravi geçti. Hıristiyan başbakan general Michel
Aoun, 1989`da Lübnan`daki Suriye kuwetlerine karşı
savaşa giriştiyse de, 1990`da birliklerine teslim olmak
buyruğu vermek zorunda kaldı. Müslümanlara eşit siyasal
temsil hakkı tanınmasından sonra, Lübnanlı milislerin
de silahlarını bırakmaları ve Lübnan`daki radikal şii
toplulukların elinde bulunan Batılı rehinelerin serbest
bırakılması, barış konusunda yeni umutlar uyandırdı.
Lübnan ile Suriye arasında 22 Mayıs 1991 `de bir işbirliği
paktı imzalandıysa da, 1992`de, 20 yıl sonra yapılan ilk parlamento seçimlerinin, Suriye birliklerinin seçimlerden
önce ülkeden çekilmedikleri gerekçesiyle hıristiyanlar
tarafırdan boykot edilmesi, siyasal durumun yeniden
gerginleşmesine yolaçtı. Ekim 1992`de Refik Hariri
başkanlığında kurulan yeni hükümet, savaş yıkıntılarının
onarılmasını ve Lübnan`ın yeniden bölgenin finans
ve hizmetler merkezi haline getirilmesini amaç
alan on yıllık bir plan hazırlayarak, yürürlüğe koydu.